Metallica Konseri’yle Temmuz gecesini kutsallaştırmak!

Artık 13 Temmuz 2014 tarihini de şahsi tarihçeme büyük puntolarla kazıyabilir, hayatımı değiştirmiş konserlere bunu da ekleyebilirim.

Tabii ki Metallica İstanbul Konseri konumuz. Uzun uzun yazmaya başlamadan önce bir bakıp çıkacaklar için tek kelimelik özet: Muhteşem!

Yıllık iznimi Pazartesi’den itibaren boşuna 1 hafta olarak kullanmadım. Biliyorum çünkü, etkisi sürecek, inzivaya çekilmem gerekecek bir süre.

Saat 14.30’u gösteriyor. Ben metrobüste yeni yeni farkına varıyorum işin ciddiyetinin. Kitleler halinde Metallica tişörtleri biniyor sanki metrobüse. Evet tişört, sadece tişört. O kadar çok Metallica tişörtü var ki her yerde, insanları seçmek olanaksız.

Kendimizi taksiye atıyoruz. İTÜ Stadyumu der demez taksici atlıyor: “Konsere gideceksiniz değil mi?”

Giriş kapısında klasik konser şapkaları ve Metallica bantları var. Şapkalardan iyi ki de alıyoruz, zaten satıcılar da “ya alırsınız ya da başınıza güneş geçip ölürsünüz” şeklinde seslenişler yapıyor.

 

CLICK HERE FOR THE ENGLISH VERSION!

İndikten sonra, dönüşte bir hayli uzun olduğunu fark ettiğimiz ama giderken olayın heyecanıyla ultramega kısa gelen yolu yürümeye başlıyoruz, başka başka Metallica tişörtlülerle beraber. Herkes birbirini süzerek ilerliyor. Ben hala az sonra karşılaşacağım kalabalıktan habersizim.

Alana varıyoruz. Ama ne varmak… Onbinlerce kişi var sanki (ve hatta var) ve gitgide daha da büyüyor. Kalabalığı yararak en azından 10-20 insan geride bırakma amacıyla ilerlemeye çalışıyoruz. Güneş herhalde 2014 yazının en yakıcı anlarından birini yaşıyor. Üstsüz gezen kitle çoğunlukta. Yaşı 50 olan da var, 8-9 da.

Kalabalıkta ayakta durmak zorlaşıyor gitgide. Bir süre sonra ayakta duramıyorum çünkü ayaklarımı koyacak yer bulamıyorum!

Kafam şapkanın ya da şapkam kafamın şeklini alıyor sıcakta eriyerek. Kalabalığın en eğlenceli yanı sürekli olarak durmak bilmeyen bir su savaşı olması. O kadar sıcak ki, artık insanlara su fırlatın diye yalvarıyoruz.

Ama maalesef su o kadar pahalı ki, bu bir lüks haline geliyor. (ama çıkışta akşam pazarı indirimi vardı resmen haklarını yemeyelim!) Kalabalıkta bir süre sonra sıkıntıdan iskambil oynayanlar cool olmanın zirvesine oynuyor. Tam bu sırada ise kafamıza insan düşüyor (evet ciddiyim!)

 

 

Kalabalığın arasında başka büyük bir alkış kopuyor. Aramızda James Hetfield var! Yani bir insan bu kadar benzer. Şaşkınlıkla insanlar bu gençle fotoğraf çektirmeye, elini sıkmaya başlıyor. Bu ilgiden dolayı da sürekli gülümseyen James v2.0 var karşımızda. Herkes birbirine “harbiden de benziyor he” şeklinde fısıldıyor.

Sıkıntıdan alandaki 2014 yaz Metallica Kreasyonlarını inceler oldum!’

Ara ara yapılan tezahüratlarla kalabalık iyice gaza geliyor. Ne denli epik bir kalabalık olduğunu, videodan ve fotoğraflardan biraz anlayabilirsiniz.

 

Artık geri sayım başlıyor. 17.00’a az kalmış. Ama hala içeriye alınmıyoruz. Herkes birbirinin elindeki bileti süzüp, konumunu tayin etmeye çalışıyor.

Bu sırada bir sevinç dalgası kopuyor, kapılar açılıyor. Ama tabii hayalini kurduğum gibi bir anda kalabalık “hürraaaaaaağğğ” diye içeriye dalamıyoruz. Birbirimizi iterek 2-3 adım atıp yerimizde duruyoruz. Tekrar 2-3 adım. Dur. 1 adım. Dur. The Walking Dead figüranlarından hiçbir farkımız yok. Ama en azından ilerleyebiliyoruz, şikayetimiz yok.

 

Kalabalık öylesine eğlenceli ki esprilerle aslında dura kalka geçirdiğimiz 20 dakikalık süre bize az geliyor. Tabii ki arada sırada gerginlikler de yaşanmıyor değil.

Çantalarımız en ince ayrıntısına kadar aranıyor. Hatta biraz sanki abartılı aranıyor. Metallica bilekliklerimiz pek simli olarak kolumuzdaki yerini aldığında ise artık hiçbir şeyin önemi kalmıyor.

En sonunda giriş kapısına ulaşıyoruz. Silver yazısını gördükten sonra adımlarım otomatik olarak hızlanıyor ve yine her zamanki gibi sahne önünde yerimizi alıyoruz.

 

 

Ama yine de alan daha tam dolmamış olduğundan, klasik olarak fotoğraf çekme-alanı keşfetme-alanı eleştirme üçgenini sırasıyla yerine getiriyoruz. Bu sırada gözüm birbiriyle pişti olan çok sayıdaki Metallica tişörtlerine takılıyor.

Sağ tarafımızdaki Rus turistler oldukça sıkı Metallica fanları. Onlara gülmekle hayran kalmak arasında bir noktada kalıyorum. Ama daha önce de söylemişimdir, Rusları seviyorum.

Büyük çekişmenin ilk dakikaları…

Fotoğraf çekme ve eleştirme işlemleri bittikten sonra aslında acıkmadığımız halde yiyecek bir şeyler almaya karar veriyoruz. Sıraya girme görevi tabii ki de bana veriliyor ama 5 dakika, 10 dakika ve hatta 15 dakika sonra bile hala sıradayım ve hala sıranın en önündeki adam aynı! Bu korkutucu manzaraya daha fazla dayanamayıp, yavaştan sahneye çıkan Pentagram’ın gazıyla sırayı bırakıp yerime dönüyorum. Zaten iyi müzik varken kim yiyecek içecek düşünür ki?

Pentagram sahne alıyor ve akşam için kelimenin tam anlamıyla “ısınıyoruz”! Kitle ise çok keskin bir şekilde ikiye ayrılıyor. Her sarkının sözlerini ezbere bilenler ve sahneye sadece boş boş bakanlar. Bazı teknik arızalara rağmen Pentagram harika bir iş çıkarıyor. Özellikle Şeytan Bunun Neresinde? şarkısında katılım harika bir hal alıyor, seyirci gece Metallica’da yapacakları için bir nevi teminat veriyor.

 

Pentagram konserinin bitimiyle birlikte beklemek kalbimizi daha da hızlandıran bir hal alıyor. Bu sırada büyük ekranlardan sık sık Battery, Fuel ve Whiskey In The Jar arasındaki oylama kapışmasını görüyoruz. Battery erken saatlerde fark atmışken ilerleyen saatlerde Fuel’in neredeyse ona yetişmesi genel kalabalıkta bir heyecan bendeyse korku yaratıyor. Ayrıca ekranlarda sık sık dönen “Selam biz Metallica…” diye sürüp giden her videoda bir alkış kopuyor.

 

 

 

Selam Kirk, bize de bekleriz!
Şampiyon belli.
“Ben sizi yerim” adlı şarkıyı size yazdım.

Ama tüm konser boyunca orada bulunduğuma en mutlu olduğum dakikaları açıklamam gerekirse Lady Gaga’nın yuhalandığı an derim. Ekranlarda Lady Gaga konserinin tanıtımlarının döndüğü anda “Yuuuuuuuuuuuuuuuh” bağırışlarına hepimiz en içten şekilde katılıyoruz. İşte budur!

Sahnenin hazırlanışlarında bile alkışlar durmuyor, nabzım hiç olmadığı kadar yüksek. Eğlenceli bir Metallica By Request videosundan sonra o an geliyor. İşte James Hetfield, Kirk Hammett, Lars Ulrich ve Robert Trujillo karşımızdalar!

Adamımsın Kirk.

 

Bana mı güldün canım?

Açılış Master Of Puppets’la oluyor. Bu kadar gaz bir açılış enerjimizi otomatik olarak x10 seviyesine getiriyor. Bir süre “mastıığğğrrr” diye bağırmaya ara verip nerede olduğumu, o anı, o hissi, o atmosferi kafama kazımaya çalışıyorum. O müthiş enerjinin beni sürükleyip götürdüğünü hissediyorum.

Creeping Death’ti, Sanitarium’du derken kendimizi kaybediyoruz. Bana göre konserin en tepe noktası olan The Memory Remains performansı geliyor. Hem parçanın favorilerimden olması, hem James’in sanki bu konsere özelmiş gibi en iyi performanlarından biriyle yorumlaması ve tüm bunların üstüne de kalabalığın eşlik edişi muazzam! Eşlik ederken neredeyse demirlerden sarkıp yere değeceğimi düşünüyorum….

Bir bakış attın kalbimi yaktın…

The Unforgiven’da ara ara soluklandıktan sonra yeni çıkacak albümlerinden Lords Of Summer başlıyor. Kalabalık tabii ki de bu performans sırasında ölü balık gibi duruyor. Ama olsun ardından gelen And Justice For All ile kah gözlerimi kapatıp sözlere eşlik ederek kah yerimde deli gibi tepinerek görevimi yerine getiriyorum.

Kirk önümüze geldiğinde attığımız çığlıklar nedeniyle kocaman gülümsüyor. Biz de bunu daha coşkulu bağırmak için bir fırsat olarak görüyoruz.

Sad But True’yu anons etmesi için sahneye çıkan kız Soma göndermesiyle dev bir alkış koparıyor stadyumda.  Fade To Black sonrasında gelen Orion’da ise seyirci uçuşa geçmiş vaziyette. Bu epik bir an ve bu an James’in finalde Cliff Burton’a selam çakmasıyla daha da anlamlanıyor.

One’ı da dinledikten sonra hepimiz bir “ne oluyoruz???” tepkisi veriyoruz sahneye çıkan elemanı görünce. Daha sonra yaptığım piyasa araştırmasında istisnasız herkesin olumsuz yorumlarını (hatta yer yer küfürlerini) okudum konuyla ilgili. Bu kez şarkı anons etmesi için çağrılan elemanın konsere kazara gelmiş görüntüsü, konuşma tarzı ve bir anda şarkıyı anons etmek yerine “İstanbul hazır mıyaaazzz eller havaayaaaa” şeklinde resmen atmosferimizi gelip başımıza yıkması gecenin en şok edici dakikaları. Hatta şahsım adına, bana saatler gibi geldi. Geçmek bilmedi sanki…

Tapındık!

Neyse ki For Whom The Bell Tolls ilaç gibi geliyor. Boğazlarımı ilk parçalamaya başladığım an ise tam olarak Wherever I May Roam dakikaları. Benim için böylesine anlamlı bir parçayı James’e eşlik ederek söylemek hayatımın en fantastik deneyimlerinden biri oluyor.

Bu arada belirtmek isterim ki hepsi ayrı birer efsane ve hepsinin enerjisi ayrı harika ama Kirk Hammett bir başka yahu! Bir insan daha sevimli ve daha seyirciyle bağ kuran yapıda olamazdı sanırım.

Ben ağlamayayım da kimler ağlasın…

James de fazlasıyla keyifliydi. Zamanında ben de kendisine laf atan insanlardan biri olarak, gerçeği görüp doğru yola geçtiğim için mutluyum diyebilirim. Kaldi ki kendisinin sahne karizması bazı seyiricilere “Al beni Jameeeeessss!” diye bağırttı!

Ayrıca bir hayran ya da dinleyici olma yönünü bir kenara bırakırsak James de Kirk de hala fazlasıyla yakışıklı ve canavar gibiler, öhm…

Nothing Else Matters’la bir kez daha kendimizi kaybettikten sonra sıra Enter Sandman’a geliyor. İşte o an benim olmuş, halihazırda olan ve gelecekte olabilecek tüm sesimi tükettiğim andır. Bu şarkının enerjisi bambaşka, hem de çok. Tanımlayabilecek kelime bulamıyorum. O anı orada yaşadığım için hissettiğim mutluluğu bir de Soundgarden’da Burden In My Hand’e eşlik ederken yaşadım herhalde…

Ben çekme insanı değilim. İzleme insanıyım.

 

“Sarışınlar güzeldir” temalı çalışmam…

Turn The Page gibi seçilmesine kızanlar-seçildiğine sevinenler olarak hayranlarını ikiye bölen bir şarkıya ayıla bayıla eşlik ediyoruz.

Sıra tabii ki de galip olan şarkımıza geliyor: Battery! Böylesine güç veren bir parçayla gecenin sonuna gelmemize rağmen zerre yorulmadığımı hissediyorum. Seek and Destroy ile bu his pekişiyor.

 

 

Bu sırada kalabalığa atılan dev Metallica balonları korkunç bir itişmeye sebep oluyor. Balonumu kapıyorum, hatta 3 penayı da! Zaten o gece benim şanslı gecelerimden biri olarak tarihime geçiyor. Aynı zamanda bir nevi geç bir doğumgünü kutlaması gibi benim için (before party Soundgarden ile olduysa after party Metallica ile oldu…)

Balonlar ve biz.

Metallica sahnede selamını veriyor, Lars yeniden buluşacağımızı söylüyor ve hayatımın en güzel gecelerinden biri daha sonlanıyor. Alanda Dünya Kupası’nı izlemek üzere kurulmuş dev ekrandan isteyenler yayılıp kupa heyecanını yaşamaya devam ederken benim dikkatimi bir oda büyüklüğündeki rengarenk Metallica balonunu söndürmek için üzerinde komik bir şekilde yuvarlanan gençler çekiyor.

Dönüş yolu bu kez uzun geliyor. Dönmek zor, hele böyle bir geceden sonra. Hala yolda “exit light enter night” diye bağırıyorum.

Taksinin arka koltuğuna kendimi balonumla attığım andan itibaren konserin bitimine üzülsem de, bunun son Metallica konserim olmadığını anlayıp seviniyorum…

Bizimle birlikte takside seyehat eden sevgili Metallica balonu…

 

Penalarım, güzel penalarım…

 

MÜŞRA DEMİR

Zeen is a next generation WordPress theme. It’s powerful, beautifully designed and comes with everything you need to engage your visitors and increase conversions.

Top 3 Stories

Daha Fazla İçerik
The Dare – What’s Wrong With New York?: İsyan, Enerji ve Nostalji Dolu Bir Yolculuk