Bu aralar dizi dışında pek film izleyemiyorum ama arayı kapatmak için kısa filmlere sardım. Tabii ki en stilize ve eğlenceli olanlara! (Nowness sağolsun!)
Cecile On The Phone ise izlediklerim arasında en ilham verici bulduklarımdan. Sundance Film Festivali’nde gösterilen bu “Cool It-Girl” Annabelle Dexter-Jones‘un ilk yönetmenlik denemesi bence oldukça sevimli, stil sahibi ve hepimizin yakın hissedeceği bir iş olmuş! (Kendisi Mark Ronson’ın kız kardeşi.)
Filmin merkezindeki Cecile, evde -gayet çalmak istediğim- görünümlerle yürüyüp ayrılık sonrası çöküş anına elinde telefonla saplanıp kalıyor.
Cecile telefonda arkadaşlarıyla nevrotik görüşmeler yaparken düşünüyorum; ben de arkadaşlarımın kafasının etini, birini obsesyon haline getirdiğimde bu şekilde mi yiyorum? Bir şeyi o kadar çok saplantı haline getirmek ki artık perspektifini kaybetmek…
Artık o kişiyi salmanız gerek. Bir şekilde olan olmuş, enerjileriniz kavuşmamış ve yanyana değilsiniz, belki de hiç olmadınız. Peki bu telefon mesaisi niye? Neden her davranışının, sözünün altında “o da beni unutmamış!” aranıyor?
Cecile’in evinde onlarca eşya var ve sürekli bir şeyler arıyor. Çünkü bazen içine düştüğümüz kötü bir alışkanlık da, bir sürü şey ekleyerek hayatımıza değer katmaya çalışmaktır.
-mesela ben?-
Film aynı zamanda siz fark etmeseniz de New York ruhuna bir aşk mektubu gibi. Cecile’in yaşlı bir arkadaşı, gri bir New York sonbahar gününde Fifth Avenue’de köpeğini gezdiriyor. (Art Garfunkel tarafından canlandırılıyor ve belli ki Annabelle ailesinin müzik çevresinin güçlerini filmde kullanmış çok da iyi yapmış!)
JD Samson neon aydınlatılmış Chinatown Spa’sında. Joséphine de La Baume tarafından canlandırılan başka bir arkadaş, Rachel Comey mağazasının lüks giyinme kabininde…
Bu 11 dakikalık mini güzellik hakkında amma çok yazdım. Buyrunuz iyi seyirler!
Müşra Demir
Takip ediniz>>> Instagram/Multibabydoll