Hard Rock Cafe İstanbul’da Bir Gün!

Benim için harika bir Cumartesi gününün sabahındayız. Tarih 11 Ocak 2014, hava yazdan kalma gibi; ya da arabanın içinde o kadar kalmışız ki biz giderek buharlaşma aşamasındayız.  Bu kadar mutlu olmamın nedeni ; 11 haftadır Cumartesi günleri uğruna sabahın köründe yollara düştüğüm ama yine de kesinlikle buna değmiş olan sertifika programımın son dersine gidecek olmam değil. Son dersimizin o hafta Beyoğlu’ndaki kendi binalarında yapılacak olması.

Cosmopolitan’larını tokuşturan şehirli çalışan kadın rüyası gerçek mi oluyordu yoksa?

Şimdi yine küçük bir flashback yapıyoruz; ben yine gitsem mi gitmesem mi diye, ofiste kollarımı başımın arkasında kavuşturmuş şekilde düşünürken, bu konuyla ilgili tüm düşüncelerimi ekranda gördüğüm tek bir haber yok ediyor: Hard Rock Cafe İstanbul’da sessiz sedasız açıldı…

Mesajı aldık mı?

O andan itibaren sadece haftasonunu düşündüm, çıkışta oraya gideceğimizi defalarca kurs arkadaşıma tasdiklettirdim, sonra yine haftasonunu düşündüm, sonra…

Ve işte beklenen an geldi, kurstan çıkıyoruz, hava inanılmaz derecede tatlı. 10 dakikalık yürüyüşümüzün sonunda Galatasaray Lisesi’ne varıyoruz. Tam karşısında olduğunu biliyorum, tek bildiğim de bu zaten. İnternette o kadar “yoklar” ki, gerçekten açılmış olduğundan bile emin olamıyorum. Karşı sokağa giriyoruz, arkadaşıma “nerede bu” diye telaşla sormaktayım. “Gördüm” diyor ama bu bile beni rahatlatmaya yetmiyor çünkü ben göremedim. Ama en sonunda fark ediyorum girişindeki kırmızı neon ışıklarla yazan Hard Rock Cafe yazısını. Zaten ondan sonra ben, ben değilim artık…

Güzel bir giriş huh?

İlk olarak girişteki güvenlik görevlilerinin inanılmaz nazik ve sevimli olduklarını belirtmem gerek.  Hatta uzun süredir gördüğüm en iyi güvenlik görevlisi onlardı diyebilirim. Dışardan bakıldığında “ben Hard Rock Cafe’yim” diye bağırmayan bu harika mekana ilk adımımızı atıyoruz. Ama daha da adım atamıyoruz,zira dakika bir gol 1; girişte direkt Hard Rock Cafe ürünleriyle karşılaşıyorsunuz. Özellikle benim gibi alışveriş bağımlılılarını oraya kalpten bağlamak için yapılmış gibi. Hard Rock Cafe  tişörtleri (klasik olanlardan couture olanlarına kadar), minik ayıcıklar, bardaklar,şapkalar,anahtarlıklar,şemsiyeler,magnetler,aksesuarlar ve burada daha sayamayacağım pek çok ürün… Hepsinin de markanın ikonik logosunu gayet yaratıcı şekilde taşıyan ürünler. Ama biz karnımızı doyurup alışverişe öyle odaklanmaya karar veriyoruz.

Bence insanda orada çalışma isteği uyandırıyor?

 

Ambiyansı zaten daha ilk dakikalarda benimsiyorsunuz. Benimsememek elde değil. Siyah ve kırmızı neon ağırlıklı tarzını açıkçası ben çok beğendim. Bu beğendiğim evrende, bir eleman bizi üst kata yönlendiriyor. İlk başta itiraz edecek gibi olsak da, üst katın daha güzel olduğunu görünce susup oturuyoruz. Balkon kısmında, bar kısmını kuşbakışı gören masalardan birine yerleşiyoruz. Tam burada, burasıyla ilgili en mükemmel ayrıntı ortaya çıkıyor: Müşteri memnuniyeti kusursuz! Hepsi güleryüzlü olan ve bu enerjileriyle bile iyi hissettiren garsonlardan biri yanımıza gelip bizimle kendisinin ilgileneceğini söylüyor. Biz de tabii bir “vooaaav” oluyoruz. Bu kadar da müşteri memnuniyeti olmaz ki!

 

Ambiyans herşeydir.

Mönülerimiz geliyor. Oldukça tok olduğumuzdan dolayı hamburger falan görmüyor gözümüz. Bu yüzden tatlı ve içeceklere yöneliyoruz. Karar vermemiz milyonlarca yıl aldığından bu sırada mönüyü de inceleme fırsatım oluyor. En azından bir mönüde sadece fotoğraflara bakan biri olarak ilk kez metin de dikkatimi çekti. Esprili diliyle bu mönü sizi hemen içine çekecek! (Kitap incelemesi gibi olmadı mı ama???) Tatlı olarak Fresh Apple Cobbler ve kokteyl olarak da Mango Berry Cooler söylüyoruz.

Karar veremeyenler için böyle vahiy geldiği de oluyor.

Siparişlerimizi beklerken etrafı inceliyorum. Kalabalık, hem de öyle böyle değil. Tabii ki alakalı alakasız, ismini duyan herkes gelmiş. “E sen çok mu alakalısın” diyebilirsiniz, deyin de hatta, demediğiniz için ben orada tiki çocuklar gördüm zaten. Bunu görmek zorunda mıydım, huh?

Kitleyi boşveriyorum, en çok hoşuma gidenler çocuklarını getiren aileler. Çocukları belli bir yaştan başlatmak lazım tabii…

Garsonların yaka kartlarından,kıyafetlerine kadar her şey müthiş… Güleryüzlülükleri… Evet bunu demiştim galiba.

Mekanın dekorasyonuna penalar damgasını vurmuş denilebilir. Hatta pena şeklindeki dev ekran pek  iyiydi, pek güzeldi. Çalan şarkıların hepsi şansımıza harikaydı ama benim için tavan noktası o ekranda bir Lenny Kravitz-Are You Gonna Go My Way görmek oldu.

O güne araba için hazırladığım CD’nin de ilk şarkısının Lenny’nin bu parçası olması, bu anı daha da anlamlı kıldı…

Bir yandan yüzlerce fotoğraf çekerken bir yandan incelemeye devam ediyorum. Sanki sergiledikleri eşyalar daha iyi olabilir gibi, yoksa ben mi kıymet bilmiyorum acaba? Açıkçası sergilenenlerden motivasyonumu düşüren bir iki parça gördükten sonra çok da incelemedim daha fazla, ama haklarını yemeyeyim; bir dahaki sefere daha çok inceleyeyim.

Bir iki motivasyon düşürücü parça gördükten sonra,John Lennon’ı görünce sevineceğime hayatta inanmazdım.

Derken, siparişlerimiz geliyor,  Fresh Apple Cobbler sadece görüntüsüyle bile bir Versace elbise gibi ışıldıyor. Onun kadar cafcaflı Mango Berry Cooler’ı gözüm görmeden tatlıya geçiyorum hemen. Kokteylimiz de bittabi harika,ama Fresh Apple Cobbler o kadar yıldız oyuncu ki masada, onun dışında bir şey konuşamıyoruz. Sevgili gurme arkadaşım “bu lazanya tarzı bir elmalı pay olmuş” diyerek konuya açıklık getiriyor ama ben susuyorum hem bu tarz şeyleri yorumlamakta çok iyi olmadığımdan hem de o sırada aldığım kalorileri düşünmekten…

Hayatın anlamının bu küçük toplarda olabileceğini kim bilebilirdi?

 

Dünyadan koptuğum dakikalar…
Üstündeki ananas,portakal ve çilek de bir güzel mideye indi sonradan.

Bu sırada dev pena ekranımızda çıkan şarkılardan birine(Starsailor şarkısı olabilir,hatırlamıyorum) herkes  el çırpırak eşlik etmeye başlıyor, aynı anda. Ben işte tam o anda oraya aşık olduğumu fark ediyorum.

Güzel yemek,güzel ortam, güzel hizmet bizi daha da keyiflendiriyor ve pek koyu bir muhabbete dalıyoruz. En sonunda kalkma vakti geliyor, hesabı ödeyip alışveriş için bir kat aşağıya iniyoruz.

Bu noktada bir parantez açmak gerek. Açıkçası pahalı. Ama yine açıkçası değer mi, değer. Ama neden pahalı ki, yani neden boşu boşuna adınızın geçtiği her muhabbete “ama pahalı” ünlemi gelsin ki sevgili Hard Rock Cafe? Kiminle konuştuysam her şeyin harika ama pahalı olduğundan bahsediyor. Bu durumun ilerleyen zamanlarda normalize olacağını düşünüyorum yine de.

Aşağıdayız, yüzlerce Hard Rock Cafe ürününün içindeyiz. Seçenek fazla olunca karar vermek de zor haliyle. Ürünler içerisinde en bayıldığım mama önlükleri oluyor. Herhalde mağazanın en sevimli ürünleri onlar. Ben erkekler için olan tasarımlarını daha cool buldum açıkçası, özellikle kot gömlekler bir harika. Ama yine de bayan için olanlardan da hem kendime hem de hediye olarak bir iki adet alıyorum. Bu noktada belirtmek gerekir ki kalıpları harika. Bir sonraki alışverişim için ise gözüme Hard Rock Cafe logolu şemsiyeleri kestiriyorum.

Ayıcıklar ofis için harika bir hediye olabilir.

Bu kısımdaki elemanların da garsonlardan bir farkı yok, hepsi ne sizin peşinizde dolaşıyor siz istemeden, ne de ürünlere hakim olamama gibi bir durumları var. Zaten bir başka konu da şu ki, hiçbir sorunuz cevapsız kalmıyor burada, herkes işine hakim.

Benim tercihim sol alt köşedeki bana yaz mevsimini hatırlatan atlet oldu.

Henüz hediye paketleri yokmuş, olsun diyoruz, torbaları dahi yeter. Alışverişimizi tamamlayıp ağır cam kapılarını geride bırakıyoruz, tabii o harika atmosferi de…

Dünyaya düşmüş bir uzaylı değil, benim bu. Alışveriş denilen şu merette aklını kaybeden ben.

Kısaca Hard Rock Cafe İstanbul çok güzel olmuş. Eksikler yok mu, var. Ama bahsetmedim mi yukarıdaki yazıda, bahsettim. Dediğim gibi artı yönleri o kadar çok ki, eksiler size batmıyor bile. Tek dileğim Hard Rock Cafe İstanbul’un bu defa çooooooooook uzun ömürlü olması. Bir diğer dileğim ve hedefim başka ülkelerdeki Hard Rock Cafe’leri de görmek. Ama şüphesiz ki ilk gittiğim Hard Rock Cafe İstanbul’daki olduğundan benim için yeri hep ayrı olacak…

 

Bir de tabii ki unutmadım, bu güzel ötesi gün için S.O.’ya sonsuz teşekkürlerimi nasıl edeceğimi bilmediğimden böyle bir ödül töreni konuşması şeklinde teşekkürlerimi iletiyorum…

MÜŞRA DEMİR

Zeen is a next generation WordPress theme. It’s powerful, beautifully designed and comes with everything you need to engage your visitors and increase conversions.

Top 3 Stories

Daha Fazla İçerik
90’s Red Is Back With A Vengeance