UYARI: Aşağıda anlatılanlar her saatini,dakikasını,saniyesini bir Slash veya kapsama alanı dahilinde bir GN’R yapıtı dinleyerek geçirip bunu hayatına arka plan müziği yapanlar;hayat tarzı olarak uyarlayıp yaşayanlara yeni bir şeyler katmayacaktır. Belki de gözden kaçan bir şeyler varsa katabilir de. Ama her halükarda katsın ya da katmasın, en azından satırlarda adının her geçişinde canlı izlemek için heyecanınızı biraz daha arttıracağını umuyoruz. 1993’ten beri Türkiye’ye ilk kez gelecek bu L’oreal yüzü olasıca saçlı ikonik simanın konseri (buradan da aynı zamanda 1 kez gelmiş veya daha hiç gelmemiş gruplara,isimlere selam olsun.) bu yazı bittiğinde daha da yaklaşmış olacak.
Böylesine sıradışı bir gitaristi anlatmak için cümlelere en kolayından; en klişe tabirlerle başlamakta yarar var.
1965’in sıcak bir Temmuz gününde dünyaya gelen bu Yengeç burcu erkeği, eline ilk gitarını aldığında çoğu isim gibi şanının bu derece ilerleyebileceğini kestirememiş olsa gerek…
Annesi Nijeryalı babası ise İngiliz olan ve ebeveynleri sanatla içiçe olduğundan ister istemez rock n’ roll kültüründen etkilenip bu yolda devam eden Saul Hudson, çok zaman geçmeden bir arkadaşının babasının; görünümü nedeniyle söylediği tanımla Slash, ilk solosu olan Smoke On The Water’ı çalması ile başlayan tutkusuyla günde 12 saat gitar çalıp liseyi bırakan çocuk ve BMX ödülleri kazandığı bisikletiyle yolda Steven Adlar’a çarpmasıyla Road Crew elemanı oldu.
“Ne olsa çalarız abi” mottosuyla iyice rock n’ roll ortamlarında çevre edinmeye başlayan Slash’in yolu doğru elektrikle, yani Axl Rose, Duff McKagan ve Izzy Stradlin’le kesişmesi ise 1984’te gerçekleşti. 1985-86 dönemini bilimum konserle geçiren Slash’in bu “ağır” glam rock konserlerinde far tercihi Axl’dan farklı olarak mavi olmaktaydı. Bunun gibi gereksiz ayrıntıların yanında hırsızlık gibi vukuatları da olan Slash (“ödünç alma” diyelim, halk haydutları sever), yeteneğinin hakettiği ilgiye; 1987’de gelmiş geçmiş en iyi hard rock albümü sayılan albümleriyle ulaştı. Evet bu yazıyı okuyup da bu adı tahmin edemeyecek olmamalı diye düşünüyoruz ama yine de yazalım: Appetite For Destruction!
Kulaktan kulağa yayılan, yavaş ama emin adımlarla gelen bu albümün başarısından sonra ilk albüme gelen tüm kliplerde (Welcome To The Jungle, Sweet Child O’Mine,Paradise City ve çekilip yayınlanmayan It’s So Easy‘de) sadece işini yaparken görüldü Slash; gitarını çalmak ve önünü göremiyor imajı vermek…
Yıl 1988’e gelindiğinde ve GN’R Lies çarpıcı kapağıyla raflarda yerini aldığında; albümdenPatience‘a çekilen klipte de görülebileceği üzere artık tüm hayranları yılanlara ve güzel kızlara olan aşırı ilgisini biliyordu. Ama albümle ilgili her şey o kadar güzel gitmemekteydi.One In A Million şarkısında tepki çeken bir başka konu siyahileri küçümseyen terimlerdi ama gelen tüm tepkilere karşı Axl’ın yazdığı bu sözler konusunda şarkının arkasında en çok Slash durdu.
Katıldığı ödül törenine olduğu gibi, sarhoş bir şekilde çıkıp tepki toplayan (ki aynı derecede daha çok sevgi kazanan), Amerikan vatandaşlığına geçen bu adam, belki daha sonradan daha iyilerini yapmış olsa da (ben şüpheliyim ama objektif olamıyor da olabilirim yapıp yapmadığı konusunda), azılı fanları tarafından yere göğe sığdırılamayan hünerlerini 1991’de 2 albüme ancak sığdırarak gösterdi. November Rain-Don’t Cry-Estranged-Locomotive gibisinden bir kare asın dışındaki her şarkı dahil olmak üzere, bu müziğe en yabancı insan bile kendisinden bir şeyler bulabildi. November Raindüğününde yüzükleri unutup, Don’t Cry‘da arabayı ve gitarı uçuruma bırakarak “karizmatik ve sevimli” mertebesine erken yaşlarda ulaşan Slash’in bu albümlerde asıl “masterpiece” olarak gösterilebilecek çalışması ise Coma‘dır hiç şüphesiz. Sırf bu;belki de hakettiği değeri görmediğinden, belki herkesin bilmesine rağmen hafiften ürktüğünden dile getiremediği hipnotik parçadan ötürü bile Slash’ e saygı duymak mümkün.
Spaghetti Incident’dan Since I Don’t Have You klibinde şeytan rolündeki Gary Oldman ile birlikte belki de karizmasından ödün vermeyen 2 kişiden biri olan Slash için bu, GN’R çatısı altında yer aldığı son klip oldu. 1996’da “……..” nedeniyle grupla bağlarını koparan Slash ( bol nokta olmasının sebebi herkesin orayı kendi isteğine göre doldurabileceğindendir. Oraya en çok ortak paydada katılınan nedenlerden birini yazsam, o zaman da bu yazının ünlübiyografi.com eserlerinden bir farkı olmayacaktı),bunu takiben bir başka oluşumla daha bağlarını kopardı.
1992 yılında, Estranged klibinde tipik 90’lar kaşlarıyla görebildiğimiz Renee Suran ile ile evlenen Slash,şiddetli geçimsizlik nedeniyle 1997’de boşanma davası açtı. Ardından Slash fanlarına gelen yeni gelin ise Perla Ferrer adlı Brezilyalıydı. Slash’in London ve Cash Anthony adındaki oğullarının annesi olan ve geçtiğimiz yıl nikah tazeleme töreninde tekrar gelinlik giyen Perla’nın bir başka özelliği ise, kameralara alıştıktan sonraki hali tavrıyla eş yönlendirme konusunda Sharon Osbourne’u örnek alıyormuş gibi görünmesi.
Gruptan ayrılmadan önce, 1995’te kurduğu Slash’s Snakepit‘le çıkardığı ilk albüm “It’s Five O’Clock” gerek parçalar, gerek vokaller açısından vasatın da üzerinde bir başlangıç sayılırdı. (‘Good To Be Alive‘ yazarın da favorisidir). Aynı lezzet katlanarak Snakepit’in 2. albümü “Ain’t Life Grand” ile de devam etti. (Burada hangisini övsek bilemiyoruz. ‘Mean Bone‘ mu ‘Serial Killer‘ mı?) O kirli tozlu ve eğlenceli rock n’ roll havasını veren albüm kapağı ve güzel tepkilere rağmen 1998’de Snakepit macerası sona erdi.
Duff McKagan ve Matt Sorum ile tekrar biraraya geldiğinde ise sene 2002’yi gösteriyordu. Solist olarak seçtikleri başı beladan kurtulmayan isim ise Scott Weilandidi. Hemen her yerde “Super Grup” olarak adlandırılan (bu nasıl bir tanımdır, ‘süper’ den kasıt kimdir, değildir yıllardır çözülebilmiş değil) bu yeni rock heyecanı, ilk albümleri 2004 tarihli Contraband ile hatrı sayılır başarılara imza attılar. Turneydi,konserdi derken Scott Weiland’ın gruptan ayrılışından daha çok ses getiren bir olay varsa o da 2006’da tekrar alevlenen Axl-Slash olaylarıydı. (Burada tarih kitabından bir harp anlatma söz konusu gibi, farkındayız.)
Axl Rose’un avukatı bundan 1 yıl önce Slash’in alkollü şekilde kapısına dayanıp “Duff bir omurgasız, hepsi yalancı, sen kazandın savaşı” şeklinde süren sözler söylediğini basın açıklamasıyla duyurdu. 1 yıl sonra Slash cephesinden bunları reddeden açıklamalar gelse de hayranlar bu işin burada bittiğine ikna olmamış olacak ki hala sürekli bir atak beklenmekte taraflardan.
Günümüze kadar geçen süreç boyunca Slash,kendi efsanesini yaşatmasını iyi bildi. Zamanında Poison grubundan saçlarını civciv sarısına boyatması istendiğinde tarzından ödün vermeyen Slash’in, bazı düet seçimlerinde tarzından bayağı oranda ödün vermesi unutulacak gibi olmasa da affettirmesini de bildi. Kendisine ait 480 sayfalık otobiyografi kitabı yayınlandı, kendisi için başka isimlerin yazdığı kitaplar yayınevlerine ek paralar sağladı. Vokal olarak seçtiği Myles Kennedy isimli çığırtkan ve sevimli şahıs ile; şahsi olarak -hem de hiç- desteklemesem de (benim gibi düşünenleri heyecanla beklemekteyim) aradığı huzuru şimdilik bulmuş gibi duruyor. Axl sorularıyla bir şekilde başa çıkıyor, akıllarda soru işareti de bırakmayı da ihmal etmiyor zaman zaman.
Yaşanan olaylara bakılırsa GN’R hayranı olmanın en heyecan verici yanı da bu. Black Sabbath’ın bile yeniden birleştiği bir evrende,teklif edilen paralar da düşünüldüğünde hala Slash ile Axl’ın aynı çatı altında birleşmesi fantastik bir olay olarak görülüyor. Hayranların bıkmadan usanmadan bu dileklerinde ısrarcı olup “şimdi”yi gerçek anlamda kabullenememe nedeni de bu sürekli beklentiden kaynaklı. İnsanların hem yazı konusu Slash’i hem de geri kalan tüm grup elemanlarına sıkı sıkıya bağlı olma nedeni burada ortaya çıkıyor. Geçmişte mükemmel ve güzel görünen herşeyin şimdi parçalanmış oluşundan dolayı dinleyiciler bir şeylerin tekrar birleşebildiğinin mümkün olduğunu görmek istiyor. Gerçek Rock N’ Roll’un başarabileceklerini görmek istiyor. Ama izleyici şimdilik bu gerçek müziği en iyi icra edenleri ayrı evrenleriyle kabullenip dinlemek zorunda. Bu evrenlerden birini 2 Şubat 2013 gecesi yaşayacağız. Gönül isterdi ki yaz olsun, sıcak olsun,güzel olsun. Ama bu beklenti dışı tarih seçiminin özel bir geceyi getireceğini de tüm hayranlar bekliyor olmalı…
MÜŞRA DEMİR