Çağımızın yeni efsane albümü: Lazaretto

Bu incelemenin bu kadar gecikmesi, tamamen benim sonsuzluğa kadar uzanıp gidebilen erteleme gücümle alakalı. Halbuki bu incelemeyi yazmaya dair verdiğim karar o kadar çok eskilere dayanıyor ki!

Ocak ayında Third Man Records sayfasında Jack White‘ın yazdığı “İki albüm bitirdim. Biri bana ait.” yazısını okuduğum anda, “bir çıksın da doyasıya incelerim artık” diyerek yapılacaklar listeme almıştım bunu.

Daha sonra Nisan ayında albümü tanıtma niteliğinde (ve belki de bana hatırlatma niteliğinde?) olan High Ball Stepper videosunu gördüğümde yine aynı cümleyi sarfettim.

 

Haziran ayında Lazaretto‘yu ilk kez dinlediğim ve klibini izlediğim anı hatırlıyorum. Ekrana öylece bakakalıp sadece baştan sona 3 kez daha izlediğimi ve masanın başından kalkmadan önce yine kendime “evet evet bu albüm incelenecek” dediğimi de hatırlıyorum tabii.

Bunu her defasında, her sabahın köründe işe gitmek için servisi beklerken Spotify’da döndürüp döndürüp bu albümü çalarken bile demekten çekinmedim.

Daha sonra araya pek çok şey girdi. Hatta yetmedi üstüne üstlük bir de Jack White İstanbul Konseri girdi. En önde, en ortada Jack White’ı görünce tekrar dedim tabii ki “inceleyeceğim” diye. Ama artık anın büyüleyiciliğinin etkisinden midir bilinmez, tabii ki bu fikir yine zihnimden uçup gitti.

 

 

Bu kadar çok dinledikten ve hakkında konuştuktan sonra artık yeter deyip klavyenin başına oturma zamanı gelmişti. Evet nihayet buradayım ve bu albümü inceleyeceğim, kararım kesin.

Albümü ilk kez dinleme girişimimde pek ilerleme kaydedemedim, zira tek yaptığım baştan sona defalarca kez Lazaretto’yu dinlemekten başka bir şey değildi. Baştan sona dinlediğim ilk bir kaç seferde ise -maalesef ki dürüst olmam gerekirse- 2012 tarihli ilk solo albümü Blunderbuss kadar başarılı bulmamıştım bu albümü.

Blunderbuss; bir ilk solo albüm için öylesine başarılı ve beklentileri yükselten bir albümdü ki ilk başta böyle düşünmem normal. Sixteen Saltines, I’m Shakin, Freedom at 21, Love Interruption gibi hitleri barındırmasıyla dinleyiciyi daha kolay yakalıyordu.

 

 

Lazaretto‘yu ise dinleyip alışmamın ardından şunu söyleyebilirim ki, evet Lazaretto daha zor sindirilebilir bir albüm ama kesinlikle Blunderbuss’tan daha etkileyici ve başarılı!

Blunderbuss tüm enerjisine rağmen maalesef ki fazlasıyla romantik bir albümdü. Lazaretto ise kesinlikle biraz daha dağınık, daha fevri ve şaşırtıcı bir albüm. Dinlerken alışmanın zaman alması ama daha sonra tamamen bağlanma durumu tamamen bu yüzden.

Öncelikle kapaktan başlamak gerekirse, melek figürlerinin arasında tahtta oturan Jack White’lı kapağıyla bile Blunderbuss’takinden daha güçlü olduğunu anlamak mümkün. Ancak önceki solo albümünde olduğu gibi burada da mavi temasından vazgeçilmiyor.

O küçük, sevimli Third Man Records‘ta üretilen herşeye hasta olduğum gibi, bu albümle ilgili her türlü single kapağına, albüm booklet’lerine hayran kalmamak elde değil.

 

 

Hayran kalıyoruz kalmasına ancak, bir önceki albüm için için, Freedom at 21 single’larının helyum balonlarıyla gökyüzüne bırakılıp, şanslı müzikseverlere ulaştırılması fikrinden sonra bunun üzerine daha da çıkılamaz diye düşünüyordum. Ama daha da üstüne çıkılabilirmiş meğer.

Third Man Records ve türlü yaratıcılıkları derken, bu albümü benim gibi plak delilerinin ve tüm dünyanın gözünde ayrı bir yere koyan durum, kesinlikle şu Ultra LP olayı. Ultra LP olarak edinince burada bir de uygulamalı olarak test edip incelerim tabii ki, ama plak üzerine basılmış olan ve çalındıkça dönen melek hologramları plağı böylesine cazip kılan en önemli etkenlerden biri. Aynı zamanda iğneyi koyduğunuz noktaya göre değişen parçalar, plağın etiket kısmına saklanmış bir şarkı derken Ultra LP daha da çekici hale geliyor.

 

 

Evinin çatı katında, 19 yaşındayken yazdığı şarkı, tek perdelik oyunlar gibi pek çok materyali bulup bunları düzenledikten sonra ortaya çıkan bu albüm aynı zamanda başka bir “ilk” in daha başrolüne oynadı. 3 saat, 55 dakika ve 21 saniye gibi bir sürede kaydedilerek “Dünyanın En Hızlı Kaydedilen Stüdyo Albümü” ünvanıyla Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi bu albüm. Tabii bunu da en ince ayrıntısına kadar -yer yer komik bir şekilde- videoya almayı ve hemen her dakikasını dinleyicilerin de katılımını sağladığı bir olaya çevirmeyi ihmal etmedi Jack White.

 

     

 

Eskiden adalarda bulunan karantinalardan adını alan Lazaretto parçası, açık ara ve tartışmasız şekilde albümün en iyisi. (Ki enteresan bir şekilde en iyinin Would You Fight For My Love olduğunu savunanlar da var.) Daha ilk saniyelerinden itibaren insanı yakalayan ve sürekli olarak değişen, sonundaki keman solosundan sonra da tekrar başa sarmak için harekete geçiren bir parça. Şarkıya karşı olan bu hayranlığı destekleyen en önemli etkenlerden birinin tabii ki video klibi olduğu da oldukça açık.

 

  

 

Albüm sıralaması her versiyonda farklı olsa da, bilindik sıralamayla gitmek gerek. Albümü açan Three Women, kendisini takip edecek olan Lazaretto için oldukça başarılı ve muzur bir başlangıç niteliğinde.

Temporary Ground,  Lazaretto sonrasında gelmesinin şanssızlığıyla, tarafımdan sürekli es geçilen bir şarkı olsa da; alıştıkça fazlasıyla güzel gelen, dinlendiren bir parça.

 

 

 

 

 

Would You Fight For My Love ise kesinlikle albümün ikinci büyük hiti. Dramatik başlayıp sonradan canavarlaşıyor. Bir de konserlerde eşlik etmesi pek zevkli, özellikle herkes şarkıda soru sanki kendilerine soruluyormuş gibi “Yes!” çığlıkları atarken…

 

 

Led-Zeppelinesque olarak tanımlanabilecek High Ball Stepper ise dinlemesi nedense insana inanılmaz mutluluk veren bir şarkı. Nedeni günümüzde hala bu kadar iyi şarkılar duymanın mutluluğu olabilir tabii. Bir nevi albümün Ball and Biscuit‘i. (bkz. The White Stripes)

Just One Drink ve Alone In My Home ardıardına gelerek eğlenceli dakikalar yaşatıyor. Özellikle Just One Drink fazlasıyla 70’ler esintili, albümdeki favorilerimden.

 

 

Entitlement ise albümde güzel ve sevimli bir mola gibi. Black Bat Licorice (ki muhtemelen bir sonraki single olacak bu, ben bunları yazarken olmuş bile olabilir) fazlasıyla şık ve albümün en eğlenceli duraklarından. Daha ilk saniyesinden itibaren enerji yüklü ve bir süre sonra dilinize dolanan, sizi bırakmayan şarkılardan.

 

 

I Think I Found The Culprit ise albümdeki bir diğer şahsi favorim. Özellikle sözleri ve tınısıyla sürekli uzaklara dalabilme sebebi.

Want And Able ile de sakin bir kapanış sonrasında tabii ki tek yaptığımız şey başa sarmak oluyor.

Total anlamda ise baktığımızda oldukça modern, defalarca dinlemekten asla sıkılmayacağınız ve çeşitlilik konusunda akla hayale gelmeyecek kadar uzaklara gidip gelebilen bir albüm Lazaretto.

 

 

Lazaretto aynı zamanda bir başka rekora daha imza attı. Daha önce Vitalogy ile Pearl Jam‘de olan son 20 yılın plak satış rekorunu (sahi Vitalogy de ne güzel albümdü, onu da bir ara tekrar ele almak gerek burada…), Lazaretto 75.000 gibi bir sayıyla kırdı. Evet, günümüzde müziği “fiziksel” olarak edinmenin fazla ağır geldiği bir nesille içiçe yaşadığımızı düşündüğümüzde bu sayı fazlasıyla başarılı.

 

 

Tabii tüm bunların yanında albümü destekleyen Lazaretto turnesi de oldukça başarılıydı. Özellikle Avrupa turnesinin başlangıç ayağı olan İstanbul Konseri (tabii ki buradaki konseri övmesem olmaz, zaten turnedeki diğer konserlere bakınca kıyafet, enerji ve eğlence açısından İstabul Konseri çok tepe noktada kalıyor. İncelemeyi okumak için buraya bir tık alalım.) pek bir unutulmazdı. Turnede yaratılan o mavi ambiyans, kendisine eşlik eden diğer müzisyenler ve bu albümle birlikte değiştirdiği tarzı, saçı, başı; yani kısaca hepsi bir paket halinde unutulmaz dönemlerden biri olarak müzik tarihindeki yerini aldı. Bizim de böyle güzel bir döneme kanlı canlı tanık olmamız ayrı bir güzel nokta tabii ki.

 

 

10 puanı bir saniye dahi düşünmeden vermem zor olmadı. Lazaretto, tıpkı Jack White’ın saçlarında yaptığı radikal değişiklik gibi; oldukça güçlü ve yepyeni bir sayfa. Son zamanlarda baştan aşağıya böylesine güzel rock albümleri çok zor çıktığını düşündüğümüzde bu albümün yerinin çok ayrı olduğunu anlamak kolaylaşıyor. Dolayısıyla Lazaretto bugün dinleyip yarın unutacağınız şarkılarla dolu bir albüm değil. Her dinlediğinizde bir kez daha seveceğiniz, sindireceğiniz bir albüm. Tıpkı her dinleyişte Jack White‘ı biraz daha sevdiğimiz gerçeği gibi…

İyi dinlemeler!

 

  

https://instagram.com/multibabydoll/

https://twitter.com/multibabydoll_

https://www.facebook.com/Multibabydoll/

MÜŞRA DEMİR

Zeen is a next generation WordPress theme. It’s powerful, beautifully designed and comes with everything you need to engage your visitors and increase conversions.

Top 3 Stories

Daha Fazla İçerik
GYPSY SWING