Bu filmin tek seferde konser filmi deyip geçilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Evet, kısmen bir konser filmi, hem de en etkileyicisinden. Ama aynı zamanda The White Stripes‘ın o kırmızı,beyaz ve siyahtan oluşan minimal dünyasını olabildiğince doğal bir şekilde gözler önüne seren bir belgesel. Bir Pearl Jam‘ in PJ20‘si, Metallica‘nın Some Kind Of Monster‘ı kadar ünlüdür müzik belgeselleri arasında ayrıca…
Daha önce pek çok The White Stripes ve The Raconteurs klibi çekmiş olan yönetmen Emmet Malloy (Ki Metallica klipleri falan da bulunur bu yönetmenin CV’sinde), bu kez kliplerinde ya da standart konser kayıtlarında gördüğümüzden daha cafcaflı gösteriyor aslında TWS‘i. Hatta diğer renkleri bir kenara bırakalım, alabildiğince kırmızı bir film bu, en cart olanından.
2009’da ilk gösterimi Toronto Film Festivali‘nde yapılan ve yönetmen ile The White Stripes‘ın bu ilk gösterimini hayranlarıyla birlikte izlediği film, grubun 2007’deki Kanada turnesi sırasında çekilmiş. Ki 2011’de dağıldıklarını açıklamalarına rağmen; pratikte dağıldıkları yılın bu olduğunu sayarsak, son konserleri olması açısından da önemli.
Film tabii ki “görsel konsept” olayına fazlasıyla titizlikle yaklaşan her The White Stripes ürünü gibi, göze haddinden fazla “iyi” şekilde hitap ediyor. Zaten konu kırmızı gibi dünyanın en güzel iki renginden biri olunca insan hata beklemiyor ancak ardı ardına gelen önemli anlar, arada Union Forever gibi parçaların -bilmeyenler için- referans noktasını öğrendiğimiz dakikalar, derme çatma bir kulübedeki röportajlar, yolculuklarının rotası ve daha pek çok element kesik kesik bir şekilde birbirini takip ediyor ama bu gözü asla yormuyor. Aksine herşey doğal akışında, bir o kadar rahat ilerliyor. (Aslında ben bu filmi izleyince konser anlarında gaza gelsem de genel olarak huzur falan bulmuşum neden anlamadım. Nova Scotia falan derken mutlu oldum ondan herhalde.)
Kanada konserleri boyunca onlarca ateşli seyirci görüyor ve sahnede bulunan sadece iki kişinin böylesine büyük kalabalıkları peşinden sürükleyebilmesine bir kez daha şaşırıyoruz. Ama filmin etkileyici konser anlarından daha ilginç olan kısım, kendileriyle yarışmaktan hoşlandıklarını söyledikleri; kah bir bowling salonunda, kah bir huzurevinde, bazen bir okulda ya da kafede veya hiç olmadı otobüste verdikleri ilginç konserlerin görüntüleri. En garibi ise kesinlikle tek notalık performansları ve o tek bir nota için biraraya gelmiş binlerce insan!
Konser kayıtları demişken, filmdeki Icky Thump‘ın canlı performans anı gerçekten harika ve ikonik denebilecek bir seviyede!
Röportajlar sırasında yine Jack White kendisi gibi. Zeki ve dışadönük, sahnedeyse alabildiğine vahşi. Meg White ise sadece bir kaç cümle konuşuyor, o cümleler ise altyazıyla destekleniyor. Ama yine de konuştuğu ya da konuşmadığı dakikalarda bile ne kadar asil olduğunu kantlıyor gibi Meg White. Enteresan bir şekilde filmi izleyen herkes, kullandığı az kelimeye rağmen Meg White’a hayran kalmış durumda. Zaten film boyu sık sık Meg’in neden az konuştuğu ya da sessiz olduğu noktasına değiniliyor.
Çoğu müzik belgeselinde gördüğümüz ve aslında bazen insanın içini bayan, özne hakkında 3. tekil veya çoğul şahısların röportaj verip “başka insanların bizim hakkımızdaki fikirleri, bakın ne kadar harikayız” olaylarına dalınmamış olması bir diğer artı puan. Zira grubun sadece iki kişinin ekseni etrafında döndüğünü ve diğer herkesi boşvermişliklerini görmek, , bunu filmde de sonuna kadar hissetmek güzel.
Yönetmen Emmet Malloy TWS’e yakışan oldukça doğal bir iş koymuş ortaya. İkilinin -hiç sulandırmadan- öylesine yakın ve güzel anlarını çekmiş ki izlerken dalıp gidiyorsunuz. Özellikle piyanoda White Moon’u söylerken Meg’in tepkisi yüksek ihtimalle belgeselin en vurucu noktası. Konu “işimi yapıp sahneden inerim” tarzındaki Meg White olunca, kameranın karşısında böyle bir tepkisini görmek insanı şaşırtmıyor değil.
Bir ara Nova Scotia sularına girdikleri sıralarda Jack White’ı “benim güzel memleketim” duygularıyla sadece kiltle görüp, sahnede bol bol gayda sesleri duyuyoruz. Ki filmin en eğlenceli dakikalarından bunlar. ( Nova Scotia konserini bir ara burada Günün Konseri kısmına koymam gerek şimdi farkettim.)
Under Great White Northern Lights, herşeyiyle tıpkı TWS gibi aslında oldukça cafcaflı ama samimi bir film. Bir The White Stripes hayranını zaten mutlu edecektir, ama asıl özelliğini grupla alakası olmayan birinde gösterecektir. Alakasız bir insanın da bu filmden sonra en azılı The White Stripes hayranı olması mümkün çünkü. Rock N’ Roll’u tıpkı The White Stripes‘ın kendisi gibi; en doğal, en çiğ haliyle hissetmek sonuçta burada asıl konu…
MÜŞRA DEMİR