Benim yılbaşı kültürüm yeniyılda ayık kalınabilecek son noktaya kadar ayakta kalmak, yılın ilk gününde en az saat 15.00 sularında kalkmak ve tekrar güzel bir yemek eşliğinde pijamalarla film izlemektir. Bu tarz filmler ise benim için “yılbaşı filmleri” kategorisine girerler. İçlerinde baskın olmasa bile en azından fon olarak Christmas bulundurmaları şarttır. Kendime bu yıl yılbaşı filmi olarak seçtiğim yapım ise 1982 tarihli Diner.
Filmi övmeye başlamadan önce Diner kültürünün ne olduğunu kısaca anlatalım. Efendim Diner, aslında hepimizin görsel olarak gayet iyi bildiği mekanlar oluyor. Yol kenarlarında konuşlanmış bu mekanların dışarıya bakan dev camlarının hemen bitişiğinde arka arkaya dizilmiş masaları ve deri koltukları vardır birbirlerine yapışık şekilde. Aklınızda canlanmadıysa, yurdumuzdaki fast food zincirleri de mutlaka üst katlarında bu diner sisteminden bulundurur. Hamburger, patates kızartması, sosis gibi birbirleriyle kombinasyonları dev bir mönü edebilecek klasik besinleri her daim bulundururlar. Garsonları artık makineleşmiştir,genelde suratsızdırlar. Yiyecekleri ise ahım şahım olmadığı halde sıklıkla tercih edilirler. Ucuzdurlar, yol kenarlarında hayat kurtarıcıdırlar ama sadece nedenler bunlar değildir, buna daha sonra döneceğiz.
Diner bir Barry Levinson filmi. Kendisini isim olarak hatırlayamayanlar için aynı zamanda Rain Man, Good Morning Vietnam gibi şaheserlerin de Oscar’lı yönetmeni olduğunu belirtelim. Baltimore’u filmlerinde yaşatma isteği burada da kendisini gösteriyor ve filmimiz Baltimore’ da geçiyor.
Film kadro itibariyle daha sonra her biri farklı filmlerde kendilerine farklı yönler çizecek oyuncuların en toy hallerini barındırıyor. Kevin Bacon’ın canlandırdığı deli diye tabir edilebilecek Fenwick, Mickey Rourke’un canlandırdığı bahislere batmış olan Boogie ve Steve Guttenberg’in hayat verdiği biraz pimpirikli Eddie’nin içerisinde bulunduğu bir grup kolej çağındaki genç, 1959’un Christmas döneminde hayatlarında dönüm noktası denilebilecek olaylar yaşıyorlar. Ama her ne yaşarlarsa yaşasınlar birbirlerine sımsıkı bağlı dostlar ve hepsinin asla fedakarlık etmek istemedikleri bir Diner’ları var.
Şimdi buraya kadar ok, sizi anlayabiliyorum; “eeee film bu mu yani, ne baneeeel” diyebilirsiniz, fazla egzantirik anlatamamış da olabilirim ama bu filmi bu kadar beğenmemin bir nedeni var tabii ki.
Zira bu filmi ancak hayatında gerçekten sıkı bir lise dostluğu yaşamış olanların anlayabileceğini düşünüyorum. Mezun olduğum yıllardaki ismiyle ADAİML sağolsun, küçükken izleyip özendiğimiz Amerikan gençlik dizilerindeki lise hayatı gibi bir hayatımız oldu. Hem pek sık rastlanmayan türden dostluklar edindik, hem de sahiden bir Diner kültürümüz vardı. Yorucu bir günün başlangıcı ya da sonunda, bir okul asma etkinliğinin finalinde ya da başında, önemli bir konu olduğunda… Kısacası sağlam bir neden olsun ya da olmasın ünlü bir fast food zinciri sayesinde hep kırmızı deri koltuklu bir Diner kültürü yaşadık. Hala daha da sevdiğim dostlarımla ne zaman buluşsam ve ne zaman “amaaaan bugün de bir değişiklik yapalım” fikrini ortaya atsak, bu düşüncemiz yine önce çanta ve poşetleri yana savurduğumuz sonra kendimizi masayla oturacağımız yer arasına yavaşça yerleştirdiğimiz kırmızı deri koltuklarda son bulur. Diner kültürü budur zira, ne yiyeceğiniz bellidir, sürprize yer yoktur ama işte o güven duygusu… Sağladığı güven duygusu nedeniyle de en sıkı dedikodular en iyi dertleşmeler hep buralarda yaşanır.
Film kritiğinden çok da ayrı yollara sapmadan finale doğru yol alalım yazıda. Bu sıcak film (ana akım tv kanallarının “içleri ısıtacak sımsıcak bir film” tanıtım cümlesinden nefret edip en sonunda o klişeye düştüm sanırım an itibariyle) tam anlamıyla bir Christmas filmi gözümde. Aynı zamanda bir dostluk filmi. Abartısız, sade ama eğlenceli. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi. En azından ağdalı senaryolara katlanamayan ben için mükemmel. Atmosferi, karakterleri tam anlamıyla sizi o döneme götürüyor. Diyaloglar başarılı, ki çoğunluğu doğaçlama. Bu da filmi sevmek için başka bir neden. Kült olmuş bir de popcorn sahnesi var, zaten filmle ilgili muhabbetin geçtiği her mecrada o matrak sahneden bahsedilmekte ama benim favorim filmin final pozu.Filmin çıktığı yıldan bir de Oscar adaylığı var. Ama asıl şaşırtan ise geçen yıl 30. Yılını kutlayan filmi Vanity Fair’ın “son 30 yılın en etkili filmi” ilan etmesi. En etkili mi tartışılır, ama ben sevdiğim için buna yorum yapamayacağım.
Hangi yönetmenleri nasıl etkilediği ve neden bu kadar övgü aldığıyla ilgili Vanity Fair makalesini linkten okuyabilirsiniz. Huh, istesem makaleden kaptığım bir iki bilgiyi, çok Google’lamışım, filmi araştırıp durmuşum gibi yazıyı uzun tutmak amacıyla buraya ekleyip size yutturabilirdim ama hayır bunu yapmayacağım. Doğal olalım, tıpkı Diner gibi.
http://www.vanityfair.com/hollywood/2012/03/diner-201203
Ayrıca bu yazı da dolaylı yoldan, bolca yorulup kendimizi besin satan yerlere atıp eşsiz bir diyalog kurduğum bir dostuma selam olsun. Zira bana hayatımda her alanda şans getiren bu şahsın, blog için yazdığım ilk taze yazıda da bana şans getireceğini düşünüyorum:)
MÜŞRA DEMİR