Bir insanı rock yıldızı konumuna getiren şey nedir? Muhtemelen oturduğumuz yerden çıkaramayacağımız oktavlardaki ses mi? Güzel saçlar, güzel bir vücut ve tüm bunlarla doğru orantıdaki güzel bir poster yüzü mü? Milyonluk satış rakamlarına ulaşan albümler ve kusursuz beste yeteneği mi? Kuşkusuz bunların hiçbiri. Rock yıldızlığı payesi; kişiye hayattaki, toplum içindeki ve iç dünyasındaki tutumu, duruşu ile verilen bir kimlik. Bu yüzden stadlar yerine mutfakta daha sık gördüğümüz, Iggy Pop gibi yaşayan efsanelerin en yakın dostu olan Anthony Bourdain için “rock yıldızı” tanımı yapılması şaşırtıcı olmasa gerek.
Peki ama geçtiğimiz ay kaybettiğimiz Anthony’yi; ölümünün ardından hayranlarına eskiden çalıştığı restoranın kapısına notlar, eşyalar, özel mutfak aksesuarları bıraktıracak kadar onu özel kılan şey neydi? Biraz derine indiğimizde onu neden bu kadar sevdiğimizi bir kez daha anlıyoruz.
Tabii ki kendisinin keskin karakterini daha iyi anlamak için hikayeye 70’li yıllardan başlamak gerek. 25 Haziran 1956 doğumlu genç Bourdain; kankası Iggy Pop’un kült şarkısı “Lust For Life”ın içini tam anlamıyla doldurabilecek bir hayata sahip. Sadece ünlü bir şef değil aynı zamanda gerçek bir Ay çocuğu; istediklerini yapmak için sınır tanımayan bir Yengeç burcu erkeği. Efsanevi CBGB‘deki şovlara sınırsız giriş hakkı kazanmak için grupların aşçılığını yapmaya başlayan bir punk rocker.
Yemeğe olan aşkını ilk kez küçükken Fransa’da geçirdikleri bir aile tatilinde, istiridye yediğinde keşfeden Bourdain; restoranlardaki irili ufaklı deneyimlerinin ardından yoluna gastronomi alanında devam etmek istedi.
Karanlık olduğu kadar büyüleyici 90’ların sonuna gelindiğinde ise New York’ta üst düzey restoranları yöneten ancak hedonist tavrından da asla ödün vermeyen Bourdain; kabuğunu ve kimliğini her daim korumayı başarıyor. “Omzumda Antik Yunan dilinde ‘Hiçbir şeyden eminim’ yazıyor. Bence bu iyi bir çalışma prensibi.”
Şöhret ile isminin yan yana anıldığı dönemin mimarı olarak ise 2000’li yılların başında, Times’da en çok satanlar listesine girecek olan, ilk yemek kitabı Kitchen
Confidential‘ı göstermek mümkün. Zekice davranan Bourdain; bu çıkışı istikrarlı bir yükselişe döndürmesini bildi. Yaşadığı şey tam da eski kötü günleri geride bırakmış olan bir rock yıldızı yükselişiydi.
“Sigortalı değildim. Parasız kalmıştım ve çok da iyi durumda sayılmazdım. Kitchen Confidential yemek meraklıları arasında gerçek bir hite dönüştü ama aslında daha çok sokaktaki obsesif, hasarlı, bağımlı insanlar için bir çıkış yolu tasvir ediyordu. Uzun zamandır bir uyuşturucu bağımlısıydım ve belki de ilaç bağımlılığının size kazandırdığı tek şey yararlı şey Hollywood ya da iş dünyasında işinize yarayacak pek çok beceri öğrenmektir. Mesela ortaya profesyonel bir saçmalık koyuyorsanız; amatör hatalara düşmeyin!”
Kitabın aynı isimle uyarlanan (ve henüz A sınıfı Hollywood yıldızlığına terfi etmemiş Bradley Cooper’ın başrolünde oynadığı) TV macerası kısa sürse de; Bourdain daha önce ifade ettiği gibi amatör bir hataya düşmeyip doğru zamanda doğru fırsatları değerlendirerek kısa sürede sempatik bir ekran yıldızına dönüşmeye başlamıştı bile.
Anthony Bourdain: No Reservations adlı şovu ile kısa sürede kült mertebesine erişen Bourdain; aynı program kapsamında Türkiye’ye de uğrayıp ıslak hamburger, kebap ve işkembeyi es geçmemişti.
İzleyici tarafından yakından takip edilip sevilmesi de aynı programın ilerleyen bölümlerinden biri sayesinde gerçekleşecekti. Lübnan’daki bölümlerin çekimi sırasında İsrail – Lübnan olayı patlak verdiğinden; başlarına bombalar yağarken programı tamamlamaya ve ülkeden kaçmaya çalışan Bourdain, bu olay sonrasında sadece hedonist, eğlenceli ve gurme kimliğinin politik yanını da izleyicilerine tanıtmak üzere harekete geçti. Sadece yemek konseptli programı bırakıp artık siyaset, sosyoloji ve dünya sorunlarını da içerisine alacak Parts Unknown programına basladı. CNN ise zaten böyle bir format için dünden razıydı…
Obama ile sosisli de yedi, Rus bir babaanne ile ayakta duramayacak hale gelinceye kadar votka da içti ya da Haiti depreminden sonra sığınma kamplarında da yemek yedi. Gittiği yerleri tüm açıklığı ile yansıttı, kendi yorumunu da karşısındaki insanların fikirlerini de bizden esirgemedi…
Fas’ta yediği kuzu billuruna rağmen yediği en çirkin şeyin nugget olduğunu söyleyen Bourdain; televizyonda da kendisine has agresif, cinsel içerikli ve argo dilinden vazgeçmiyordu. TV’deki büyüleyici kariyerinde Iggy Pop, Alice Cooper, The Black Keys, Alison Mosshart, Josh Homme,Serj Tankian ve Margo Price gibi pek çok ismi de konuk alarak rock müzik kültürünü de lezzetli bir sos olarak kullanıyordu.
“Bir vicdanının olması, yapabileceğin en iyi kariyerlerden biridir.” diyen Bourdain’i şimdiye dek Trump başta olmak üzere pek çok isme kafa tutarken gördük. Ona hayranlığımızı arttıran son şövalyeliklerinden birisi ise; ünlü yapımcı Harvey Weinstein‘ın taciz üzerine kurulu kariyerini sevgilisi Asia Argento‘nun çabaları ile ortaya çıkarması oldu.
Şimdiye dek bir kobranın bile kalbini yemek gibi pek çok tehlikeli eyleme girişen Tony’nin maceraperest ruhunun Argento’dan neden etkilendiğini Cannes’daki röportajından sonra daha da iyi anlıyoruz. “Onunla çok gurur duyuyorum. Aslanın inine doğru yürümek ve bunları söyleyebilmek kesinlikle oldukça güçlü bir andı. Böylesine güçlü ve korkusuz bir insanı tanımak benim için bir onur.”
Mutfakta Billy Joel veya the Grateful Dead çalarsa çalışanlarını kovabileceğini söyleyen Anthony Bourdain; hayatında buna benzer kendisine has pek çok standardı olsa da kendisine koyduğu sınırları yine kendisi aşan; pek çoğumuza ilham veren, basının bile gitmeye korktuğu yerlere gidip keyfini sürerek hayatını yaşayan ve tüm bunları o muazzam rockstar karizması ile yapan bir adamdı.
Aramızdan cismen ayrılması bir şey ifade etmiyor; onun sesi ve yaptıkları; sınırları geçmeye hazırlandığımız her an yanımızda olacak.
Özgür ruhlu rockstar imajının poster çocuklarından biri olduğunu anlamak için Ramones‘un ikonik bateristi Marky Ramone‘un onun hakkında söylediklerine kulak vermek yeterli: “İnsanlar onu chef/rockstar sahnesini ilk kez başlatan yetenekli punk rock şefi olarak hatırlamalı!”
MÜŞRA DEMİR
*Bu yazı TRIP Dergi’de yayınlanmıştır.