Yine bir utanç tablosu ile karşınızdayım. Evet kendimi ölümüne bir Foo Fighters fanı olarak tanımlayıp onlar bize pandemide yepyeni bir albüm sunmuşken, inceleme yazısı için böylesine beklemem… Neyse Tam 1 ay sonrasında iyice albümü sindirmişken burada, Medicine At Midnight incelemesi ile karşınızdayım.
Öncelikle bu albüme dair fikrim çok net. Totalde gayet güzel akan, bir bütün olarak hoş bir albüm ancak sorunu şu ki hit olma kapasitesine sahip bir şarkı yok. Yani ben bu albümdeki herhangi bir şarkıya devasa Foo Fighters kalabalığın Rock In Rio‘da bangır bangır eşlik ettiğini falan hayal edemiyorum.
Bir yere konumlandırmak gerekirse Concrete and Gold‘dan fersah fersah iyi ama o albümün avantajı Run gibi bangır bangır bir hit parçaya sahip olmasıydı. Genel lezzet olarak ise mönüde Echoes, Silence, Patience & Grace‘e denk düşüyor. Ancak evet, o albümde de The Pretender adlı bir hit vardı ve bu albümde bir kez daha diyorum ki bir FF hiti yok!
Bir kez daha Greg Kurstin ile çalıştıkları bu albümde Bowie’nin Let’s Dance albümünden etkilendikleri konuşuluyordu. Bu disko etkisini total olarak parçalarda görmek mümkün ama ta ki şarkılarda Dave Grohl‘un sesini duyana kadar… Sonuçta Dave Grohl’u ışıltılı beyaz bir takım elbiseye sığdırmayı deneyebilirsin ama altında her zaman kot pantolon ve tişört giyiyor olacaktır.
Foo Fighters 25 yıldır bize harika bir müzik deneyimi yaşatan bir grup. Bu süre boyunca Justin Timberlake’ten Rick Astley veya Serj Tankian’a dek geniş bir skaladaki arkadaş listelerindeki isimlerle çalışmış, farklı şeyler denemiş de bir grup. O yüzden kendilerini bir yandan taze tutmaya çalışıp bir yandan ortaya azılı Foo hayranlarını tatmin edecek bir iş ortaya koymaya çalışmaları -ve bunu yüksek oranda başarmaları- büyük bir lütuf.
Tabii ki grubun 25. yılı da olduğu için insan Wasting Light tadında bir albüm bekliyor. Bu beklenti belki de bu albüme dair yegane dezavantaj. Yine de pandemi öncesi kaydedilmesi nedeniyle oldukça neşeli olan bu Medicine at Midnight, bize bu aralar ihtiyacımız olan yol gösterici ışığı da sağlıyor.
Albümün açılışındaki Making A Fire iz bırakmasa da eğlenceli bir Foo Fighters tınısı. İlk single olarak çıkan Shame Shame maalesef ki Foo tarihindeki en kötü parça olabilir. Kendimi çok zorlamak istesem de sevemedim.
Neyse ki sonrasında albümden en sevdiğim şarkı geliyor. Cloudspotter. İşte bu tam olarak klasik Foo Fighters dinleyicilerinin sevdiği bir karışım, ancak yeni eklemelerle. Stüdyo kaydının oldukça seksi olduğunu düşünüyorum (ah aklımdaki Dave Grohl hayalleri ah…) Ancak canlı performansta aynı etkiyi alamadım. Zaten kadın geri vokal kadrosunu inanılmaz gereksiz buluyorum, Guns N’ Roses’ın Use Your Illusion turnesindeki kadın geri vokaller kadar gereksizler… Bu arada Cloudspotter bana seksiliği açısından Concrete and Gold’daki favorim La Dee Da’yı andırıyor bana. Bu şarkıya da bi’ Alison Mosshart gidermiş.
No Son Of Mine, daha uygun fiyatlı bir Metallica seçeneği gibi. Medicine At Midnight ve Chasing Birds de albümün bütünlüğü içerisinde sırıtmayan ama bize “bunun sözlerini de dövme yaptırsam ya?” diye düşündürmeyen parçalardan.
Albümden bir diğer favorim ise çok net bir şekilde Waiting on A War. O kalp ritmi gibi adım adım hızlanan melodisiyle,Echoes, Silence, Patience & Grace’den bir şarkı gibi. Uzun yıllar FF setlistinde göreceğimize inandığım bir parça bu.
Özetlemek gerekirse Medicine At Midnight; akarı kokarı olmayan ve en önemlisi de Wasting Light sonrası çıkan albümlerden çok daha iyi bir iş. Bu açıdan bakarsak tekrar vitesi yükselteceklerine dair umutlandırdığı için bile bu albümü sevebiliriz.
Hem her zaman derim yepyeni bir Foo Fighters şarkısı, açık ve temiz bir havadan nefes almak kadar iyidir!