Yine oldukça gecikmeli bir anma töreni. Bu konuda yeterince canım sıkkın olarak geçiyorum klavyenin başına. Ama zaten öldüğünün fark edilmesi bile oldukça gecikmeli olmamış mıydı?
Evet doğru tahmin, Layne Staley. O harika Alice In Chains şarkılarına derinlik katan gizemli ama dokunsan bir anda tümüyle sana kendisini açacak gibi duran ses. Bir insan ne kadar yalnız olabilir ki iki hafta boyunca öldüğü anlaşılmasın? Nasıl? Düşündükçe patlayacak gibi oluyorum.
Sanırım sinirle karışık garip duygu selinden dolayı inanılmaz bir susamışlık var üzerimde. Su şişesini olduğu gibi dikiyorum kafama, bir anda Facelift albümünü diktiğim gibi…
Bir başka patlayacak gibi olduğum konunun ise tam 12 sene geçmiş olması olduğunu anlamam çok sürmüyor. 2002 dediğin daha dün gibi, nasıl 12 yıl geçmiş olabilir, nasıl daha o zamanlarda doğmuş bir bebe şimdi ergenlikte tüm hünerlerini sergileyebilir ki?
Ama konudan sapmamalıyım. Hala öldüğüne inanamıyor olduğumdan olsa gerek tüm bunlar. Israrla gerçeği görmezden gelmek… Acaba diğer Alice In Chains elemanları da böyle mi yapmıştı, The Kaçınılmaz Son’dan ölümüne kaçmışlar mıydı?
Sesiyle ilk tanıştığım zamanı düşünüyorum. Would’da bir anda şarkıyı “Am I Wrong?” diyerek çok başka yollara sürükleyen adamdı bu, o anda “sesiyle beni kendisine aşık eden adamlar cep ordum”a bir isim daha eklemiştim. Keşke kendi yolunu da bir anda değiştirebilseydi.
Bir başka 5 Nisan’da ölen isim Kurt Cobain kadar anılmamasına içerlemiyorum. Hadi itiraf ediyorum içerliyorum. Bu, kalkıp bir insanın ölümünü diğerinden daha üstün tutmamdan dolayı değil. Ama sorarım size, bir pazarlama harikasına tapmak kadar acı olan bir şey olabilir mi? Kaldı ki Kurt Cobain gibi piyasada olduğu dönem boyunca öyle ya da böyle öleceği sinyallerini kesmeyen bir adam için her yıl yeniden ölmüşçesine şok olmak da nedir? Bununla birlikte kendisi için “hala şarkılarıyla yaşıyor öldüğüne inanamıyoruaaaammm” şeklinde cümleler kuranı da görmedim.
Ama artık şu gereksiz karşılaştırmayı bırakıp da Layne’e dönüp bakacak olursam, ah Layne… Sen resmen şu bilimkurgu filmlerindeki garip,büyülü, canlı organizmalar gibi şarkılar bıraktın. Resmen içerisinde bulunduğumuz dünya dışından geldiği bariz olan, zorlukla nefes alıyormuş gibi görünüp aslında gayet kanlı canlı olan… Belki de arada sırada o gizli laboratuarımızda kilitli unuttuğumuz, ama hatırladığımızda tekrar farklı deneylere yol aldığımız şarkılar.
Durup yazıya bir ara verip, daha önce defalarca izlediğim Headbangers Ball’a konuk oldukları, bir tatil köyünde gayet eğlendikleri bölümü açıyorum. Layne’in oradaki neşesine inansam mı diye düşünüyorum. Ama sonra onda hoşuma giden diğer şeyin de zaten tahmin edilemez olan duruşu olduğunu hatırlıyorum, tıpkı sesi gibi…
Bu kadar uzatılmış bir anma yazısının haksızlık olduğu düşüncesi giriyor beynime. Sanırım burada bunu sonlandırıp, cümlelerimi adamakıllı bir Alice In Chains incelemesine saklamam gerek.
Layne Staley 5 Nisan 2002 yılında öldü. Bu cümleyi ilk kez okuduğumda yaşadığım şok aklıma geliyor. Her şey olmuş bitmiş ve ben çok sonuna, ama çok çok sonuna yetişmişim. Tam 12 yıl geçmiş. Ama bu yazının finaline doğru sanırım moralim düzeliyor. Dirt albümünün sonuna doğru hissettiklerim gibi. Kendisini halen sahnedeki en karizmatik haliyle, en güzel performanslarıyla, en iyi röportajlarıyla hatırlayan bir kitleyi görebiliyorum, görebileceğim kadar da çoklar. Arkasında salya sümük bir kitle değil, güçlü ve dinlediğini anlama isteği gösteren bir kitle bıraktığını anlıyorum. Keyfim yerine iyice gelmiş oluyor ve Rio 1993 konserlerini açıyorum…
MÜŞRA DEMİR