GERÇEKLER ACITIR: HIGHER TRUTH

Takip edenler bilir, şu bloga haftada 200 kez koymak için fırsat kolladğım ve taptığım 3 adamdan biridir Chris Cornell. Ama bazen insanı üzen şeyler de olmuyor değil. Yani demek istediğim, gönül isterdi ki buraya “ouvvv albüme bak, çıktığından bu yana hiç durmadan dinliyorum” nidalarıyla bir şeyler yazayım (tabii ki böyle bir cümle kurmam da, ya da kurarım, bilemedim) ama her ne kadar söz konusu CC olduğundan bir amigoya dönüşsem de benim de kendime bile yalan söyleyemediğim anlar var. Bu anlardan birini de bu albümü yazarken yaşayacağım sanırım.

Bir sonraki adımını düşünüyor, canım benim.

Aslında ilk kez solo albümü üzerine çalıştığını açıkladığında zaten boynumu büküp, beklentiye girmemem gerektiğini anlamıştım. Chris ile “solo kariyer” kelimesi maalesef yanyana pek durmuyor, duramıyor, benim ve daha pek çok fan için resmen tehlike arz ediyor.

Tabii ki bunu söylerken 1999 tarihli Euphoria Morning‘i ayrı bir yere koymak gerek. Tüm zamanların en favori albümlerimi saymalarını istediklerinde (kimse böyle bir şey istemedi henüz) listenin başlarına koyacağım bu albüm; romantik, melankolik ve güçlü tınısıyla unutulmayacaklar arasında. (Dev ticari fiyaskosunu es geçiyoruz ama, tamam mı?) Bunun dışında ise solo kariyer altındakilere baktığımızda tek tek dinlemekten hoşlandığımız hitler barındırsa da bir bütün olarak aklı selim kimsenin 1 saat boyunca çekemeyeceği Carry On, hemen ardından gelen Timbaland himayesindeki Scream faciası (ki bu sadece Chris Cornell için değil, tüm rock camiası için hem trajik hem de eğlenceli bir facia dönemiydi. Aklıma hep Trent Reznor‘ın konuyla ilgili Tweet’i gelir nedense) biraz hoplama, biraz cıstak cıstak, araya sıkıştırılmış bir James Bond Soundtrack‘i derken 2010’larda Jesus Christ sakalıyla sakinleşmiş ve durulmuş; akustik gitarıyla sahnede tek başına bir Chris Cornell karşıladı bizi.

2011 tarihli akustik performanslarının bir toplaması niteliğindeki Songbook albümünü; izleyicinin sevdiği yüksek reytingli bir dizi olarak ele alırsak, Higher Truth albümü de bu reytingden cesaretle çekilmiş; dizinin uzun metrajlı filmi olarak tanımlanabilecek bir durumda. Ancak her ilgi gören dizinin sinema macerası gibi bu film de bir “eeeh” den öteye geçemiyor.

Öncelikle albümü Euphoria Morning gibi bir klasikle karşılaştıranlar olmuş, orada bir dur demek gerek. O başyapıtın melodik yapısının yakınından bile geçemiyor Higher Truth. Temple Of The Dog sularına da yakın diyenler olmuş, onlara saldırmayacağım bile.

Albümü açan Nearly Forgot My Broken Heart, Scream albümünün B-Side’ı olsa sırıtmayacak bir çalışma olmuş. Misery Chain, zaten daha önceden 12 Years A Slave filmi için hazırladığı bir çalışmaydı. Bu parçanın lezzet ikizi şeklinde kısaca tanımyabileceğimz geriye kalan parçalar da ( Through The Window, Josephine, Before We Disappear, Murderer of Blue Skies, ve geriye kalan her ne varsa) Amerikan folk müziğinin hafif elektronik tınılarla yaşadığı temastan ibaret. Ki bu da zaman zaman sound’un çok fazla “pop” olmasını ve Cornell’in içindeki bitmek bilmeyen “Scream” albümü hevesinin bir devamı gibi durmasına neden oluyor.(That bitch ain’t a part of me…)

Albümü baştan sona defalarca dinlememin ardından aklımda kalan tek parça Our Time In The Universe, ki o da egzotik tınısı ve albümün geri kalanına nazaran daha keskin bir farklılığı olması sayesinde sağlıyor bunu. Ama yine de hakkını yemeyeceğim ben bu şarkıyı sevdim. Çok sevdim.

Albüme adını veren Higher Truth da Euphoria Morning’e koysanız kendisini iyi gizler, sırıtmaz.

Ya sen Grunge tanrısısın adam, büyük düşün!

Higher Truth müzik tarihini değiştirmeyecek, yılın sonlarına geldiğinizde ne dinlediğinize dair hatırladıklarınız arasında yerini almayacak, Chris Cornell dediğinizde ilk aklınıza gelen çalışma olmayacak… Ama belki de bu kış kardan dolayı dışarı çıkamadığınızda sıcak evinizde arka planda sizi dinlendiren bir öğe olarak yerini alabilir (ki aslında beni yordu, belki sizi dinlendirir), aklınıza estikçe parça parça dinlediklerinizden biri olabilir… Ama maalesef ki bu, bu kadar yani. Aynı zamanda sanırım Chris’in plak formatında edinmek için bir kenara para ayırmadığım ilk albümü olacak buç

Elimizde devasa bir gerçek var ki o da Chris’in tanrısal bir sese sahip olduğu. Ancak kendisi son 7-8 yıldır (Tam olarak Audioslave’in dağılmasından beri) bunu bademciklerini son noktasına kadar gösterecek şekilde (bademciklerini yediğim) rastgele bağırıyor hissiyle harcamaya kararlı.

Neyse ki bu albümle birlikte eşantiyon olarak iki güzel haber de duyduk. İlki Soundgarden ile yeni bir albüm için tekrar stüdyoya girdikleri. İkincisi ise “Audisoslave ile her zaman yeni şeyler yapmaya hazırım” açıklaması. Soundgarden’a da ayrı taparım ancak Audioslave açıklaması açıkçası beni daha çok heyecanlandırdı. Canlı performansları,albümleri, enerjisi düşünüldüğünde Chris’e en çok yakışan dönem olduğu bir gerçek. Şu dakikadan sonrasını ne yapıyoruz, tüm pozitif enerjimizi Audioslave reunion’ı için toplayıp gönderiyoruz!

İyi dinlemeler…

NOT: Sevgili Chris, bu senin şevkini kırmasın, Soundgarden konserinden bir şey anlamadık; bekleriz, yine bekleriz. Lütfen yine gel. Öpücük.

 

MÜŞRA DEMİR

 

https://instagram.com/multibabydoll/

https://twitter.com/multibabydoll1

https://www.facebook.com/pages/Multibabydoll/

Zeen is a next generation WordPress theme. It’s powerful, beautifully designed and comes with everything you need to engage your visitors and increase conversions.

Top 3 Stories

Daha Fazla İçerik
Büyük Sonbahar ve Kış sayısı: Biraz moda ve biraz da müzik üzerine…