Gitar Tanrısı’yla Bir Gece

Söze dürüst olarak başlamak gerek. 1 Şubat gecesine kadar herhangi bir heyecan hissetmeyen ‘ben’ in, o zamana dek Slash’in tüm çalışmalarını yalayıp yutmuş, internetteki “funny slash moments” “bilmemne slash moments” diye giden en ufak 3-4 saniyelik aptal videoyu dahi izleyen, tumblrda her gün düzenli olarak arattığı kelimelerden biri Slash olan ‘ben’le uzaktan yakından bir ilgisi yoktu.
tumblr_mxto580lkn1rcp3dso1_250

Saat 13.00: Evde konser hazırlığı devam etmekte ama kalbim halen Slash için küt küt atmıyor. Hatta entresan bir şekilde düşünmek bile istemiyorum. Konser arkadaşımın “hadi bir şeyler aç da hazırlanırken ses olsun” dediğinde dahi -evet yuh bana- Slash açmıyor, gidip ne alakaysa Audioslave çalıyorum. (İçimden dağılmasalardı da onlara da gitseydik diye de geçirdim, içimde kalmasın burada açıklamış olayım.)

Saat 14.15: İnsanın evi heryere milyonlarca kilometre uzakta olunca evden bu saatlerde çıkmak zorunda kalıyor tabii. O kadar yolu, onca saati Slash için kat edeceğim. Ama adam benim için kimbilir ne kadar yol katediyor, çok mu? Bunu düşününce hafiften bir vicdan yapıyorum. Sonrası malum zaten, ben, ben… Ben yoksa konser için heyecanlanmaya mı başladım?

Saat 15.20: Metrobüste yer olmadığından, sırtsırta olan öndeki ilk iki koltuk arasında yer alan ve uzun bir borunun ikiye böldüğü o minik araya sıkışıyorum. Yanlış pozisyon veya bir yere takılma sonucu deri pantolonumun yırtılması ve Slash hazretlerinin karşısına öyle çıkma ihtimali beni üzüyor. ( Halbuki sonradan konserde Slash’in deri pantolonunun dizinde gördüğüm yırtık boşuna telaşlandığımı gösterdi bana.)

Saat 16:00: Tramvayda karşımda oturan ve tüm nefretimi kazanan velet, bir anda tüm sevgimi de kazanıveriyor. Nasıl mı? Annesine “ben büyüyünce rock yıldızı olacağım” diyor. Bu herhalde kaderin bir cilvesi diyorum içimden. Annesi “Olamazsın, çünkü ben çok üzülürüm” diye cevap veriyor. Ama çocuk ısrarla “ben büyüyünce rock yıldızı olacağım” diye tekrar ediyor. İçimden asıl olursa annesinin mutlu olması gerektiğini geçiriyorum. Onun için de insanlar şehrin,ülkenin ve hatta dünyanın dört bir yanından gelmeli, tek bir enerji oluşturmalı. Gerçekten dünyada mutluluk duyulabilecek az sayıda şeyden biri bu olmalı. (Aslında çocuğa “ah canım tam gününde söyledin bunu, gel bizle Slash’e” demek vardı ama sonradan gördük ki konserde zaten yeterince çocuk vardı?!)

Saat 16:30: Sonunda Küçükçiftlik Park’tayız, sonunda sıradayız. Haliyle kuyruk uzun, ama küçük hilelerle en sonunda ilk bulunduğumuz yere neredeyse 100 kişi fark atarak daha makul bir yere geçmeyi başarıyoruz sırada.

Saat 17:00: Her konser canavarının başlarda beklemeyi umursamayan heyecanlı yapısı, ilk yarım saatten sonra yokolur genelde. Nitekim bizimki de öyle oluyor ve Slash heyecanını şimdilik daha derinlere gömüp çevreyi incelemeye başlıyoruz. Maalesef ki konser alanından bilimum bant, tişört almak isteyen ben, hayalkırıklığına uğradım. Slash bantlarının arkasında yazan Metallica yazılarına anlam veremedim (yani bir tek ben mi veremedim acaba,o an düşünmek de istememiş olabilirim; bilen biri bana anlatsın) haliyle almadım. Nitekim tişörtlerde de heyecan yaratıcı bir parça olmayınca onları almaktan da vazgeçtim. Minder (minder dediğime bakmayın herhangi bir “yüzey” de denebilir), gofret, sakız, bira satan amcaların da o gün nedense çok iyi iş yaptığını düşünmüyorum. Sırada beklerken üstümüze sinen köfte kokuları ise bizi daha da leziz bir seyirci konumuna getirdi.

Saat 17:30: Gelen kitleyi incelemek saçımla aramdaki ilişkiyi derinden sarstı denebilir. Anlamadığım ve benim için ebediyen muamma olarak kalacak o devasa soru dinleyicilere bakınca ortaya çıktı: Türkiye’de bu kadar çok kıvırcık nüfus var mıydı? Perma yeniden revaçta olabilir miydi, yoksa Slash uğruna herkes birer maşa mı edinmişti? Her halükarda ortamda kaybeden dümdüz saçlarıyla bendim, o kuyruktaki kıvırcık olan her 3 erkekten 2.5’i ise “Slash’i andırıyor muyum?” bakışları atmakla meşguldü.

Saat 18:05: Yavaş yavaş kuyruk erimeye başlıyor. Biraz bıkkın gördüğüm görevliler sahne önü bilekliğini kolumuza geçiriyor ama sonuç tam bir hayalkırıklığı. İnsan daha cart renkte bir bileklik bekliyor Sahne Önü denilince ama üzerinde ne yazdığı belli olmayan gri bileklikler düşündüğümüzün tam tersini ifade ediyor. Kapıda Tadelle’nin dağıttığı karanlıkta parlayan fosforlu bileklikler keyfimizi yine de yerine getiriyor. En sonunda içeriye adımımızı atıyoruz.

Ama yazının bundan sonrası hiçbir şekilde saat belirtilmesiyle ilerlemeyecek. Zira alana adılan ilk adımla birlikte zaman durmuştu artık. Kimi beklediğimizin, ne için geldiğimizin, ne duymak istediğimizin farkındaydık o an itibariyle. Kısa bir süre içinde şimdiye kadar izlediğim -GN’R olsun, solo çalışmalar veya Velvet Revolver olsun- tüm Slash materyalleri gözümün önünden film şeridi gibi geçti.

Çadırın ferahlığı, rahatlığı, çalınan şarkıların “cuk” diye tabir edilebilecek nitelikte olması keyfimizi daha da bir yerine getirdi ancak -daha daha önceden beri bekleyenleri hiç saymıyorum- saatlerdir bekleyen kitlenin 18.00 gibi gayet mis bir saatte içeri alınıp, saat 21.30’a dek Slash’i beklemeye terkedilmesi herkesi sabır taşına döndürdü.
Ama açık konuşmak gerekirse pek çok insanı sıkan ayrıntı Malt’tı. Hem 20.00’de çıkacak olmaları, hem sahiden sıkmaları ( seven vardır, dinleyip tapan vardır, iyi bulan vardır bilinmez ancak şahsi görüşüm Slash öncesi uyku getirdikleri yönünde) bolca göz devirmeye neden oldu denebilir. Çocuklarını içeri sokabilmek için onlarla gelen veliler -böyle dediğime bakmayın konserde en çok sevip desteklediğim kitleydi- (ki aynı insanlar Slash’te coştu bunun müzik zevkiyle alakası yok) bir köşede yattı. Evet bildiğiniz yattı. Seyirci de “hadi bu son şarkı olsun” diye dileyerek eşlik etti her şarkıya.

Çocuk demişken her yaş grubundan insanı görmek orada, büyük mutluluktu. Hayır şimdi sorarım size, oraya gelen 12-13 yaşındaki çocuklar okulda zorla diğer çocuklara da Slash ve aynı yolun yolcularını dinletse, justin Bieber’ın Mayıs’ta stad konseri verecek cesareti olur muydu?
Neyse ki Malt da bitiyor, tekrar bekleyiş başlıyor. Tadelle’nin bolca dağıttığı minik çikolatalar biraz olsun ana güzellik katıyor.

Ve ne mi oluyor? Beklenen an geliyor. Slash bembeyaz gömleği (pek de yakışmış) deri yelek ve pantolonuyla sahnede. Eskiden kara kuru diye tabir edebileceğimiz Slash şimdi bayağı balkon yapmış. Ama ilk şarkıya girmesiyle “göbeğine kurban” diyoruz ve ona kilonun dahi yakıştığını kabul ediyoruz.

Açıkçası ben başka şeyleri de kabul etmek zorunda kalıyorum. Alter Bridge’i sevmeyen; hele Myles Kennedy’nin sesini hiç hiç sevmeyen ben konserde sesini sahiden beğeniyorum. Normalde Myles’ın vokal tarzı beni oldukça yorar nedendir bilinmez ama sahiden canlı performansta dediklerimin hepsini yutuyorum. Sesinin beni yorması ne demek, tersine bana daha da enerji katıyor. Üstüne üstlük o alçakgönüllü “ailenizin çocuğu” havasıyla seyircinin kalbini daha da kazandığı bir gerçek.

Ama gecenin Slash’ten sonraki asıl starı Basçı Todd Kerns oldu. Zaten belirtmek gerekir ki Slash’in dışındaki elemanlar da gayet mükemmeldi ama Kerns, enerjisiyle;tavırlarıyla seyircinin hayranlığını daha da bir kazandı.
Gecenin 2 tepe noktası oldu. Biri eminim o geceki kimsenin unutamayacağı Rocket Queen idi. Solo boyunca biz de kendimizden geçtik,rüzgardaki yaprak gibi savrulduk durduk, hatta Slash’in gitarının teli olmak istedik. O solo unutulmaz, unutulamaz, unutturulmaz!

Bir diğer tepe nokta ise Serial Killer oldu. Şarkının girişinden itibaren herkes elini kolunu nereye koysun, nasıl ritm tutsun şaşırdı.

Sweet Child O’ Mine performansına ise hiç değinmek istemiyorum, çünkü dolan gözlerle bu yazıyı sağlıklı olarak bitiremem.

Önünü açtığı gömleğiyle o gece tam bir gitar tanrısı gibi duran Slash, her notada bizim ruhumuzu da aldı götürdü.
Organizasyona ise ayrı bir teşekkür gerek, hem sahnenin makul yüksekliğe kurulması, hem de olumlu geçen her aşama açısından.

Son olarak Slash gelecek yıl görüşme söz verdi. Ben bunu bir rockstar yalanı olarak değil gerçek bir söz olarak algıladım. Yalansa da o gece bize yaşattığı harika konser ile kolay kolay tüketemeyeceği bir kredisi var, dolayısıyla sorun değil.

Bir an önce gelecek yıl olsun ve ailemizin kıvırcığını görebilecek miyiz tekrardan, görelim. Ama en sona alakasız sorumu sıkıştırmadan da edemeyeceğim. Acaba bu Pozitif Organizasyon başka kıvırcıkları da bu yaza getirip yakından görmemizi sağlayarak tekrar hayranlığımızı kazanır mı? Mesela Soundgarden gibi…

Zeen is a next generation WordPress theme. It’s powerful, beautifully designed and comes with everything you need to engage your visitors and increase conversions.

Top 3 Stories

Daha Fazla İçerik
Biraz nerd biraz punk bir stil: Charlotte Free