Süper Albüm Superunknown 30 Yaşında!

Hayatımın albümlerinden biri hakkında müthiş bir haberle başladım haftaya. O kadar muhteşem buldum ki, kutlamaktan ancak haftanın sonuna doğru yazabiliyorum bu olayı.

Çok geçmiş bir dönemdeki edit: İşbu yazı albüm 20. yılını kutlarken ve biz bunun şerefine kanlı canlı Soundgarden izlememişken yazılmıştır. (Konserin incelemesi için buraya!) Şimdi 22 yaşında bu ikonik albüm. Eh bu yazı da #tbt olsun madem.

Güncel 2024 edit: Bu “masterpiece” albüm 30. yılını kutluyor. Baştan sona bir ayin. Milyonlarca insan gibi benim de hayatımı değiştirenlerden. Yazının bundan sonrasına hiç dokunmadım, 10 yıl önceki 20. yılını kutladığım haliyle bırakıyorum. Bu yazı bir zaman kapsülüne dönüşsün.

Mevzu bahsimiz olan albüm Soundgarden’ın Superunkown’u. Bu harika olmanın ötesindeki albüm, bu yıl 20. Yılını kutluyor. Bu nedenle de 3 Haziran’da iki farklı versiyonu satışa sunulacak.

Ağzımın sularından şu anda bir göl oluştu.

The Deluxe Edition iki farklı CD’den oluşan bir paket. İlk CD albümün remastered versiyonundan oluşuyor. İkinci CD ise demolar,provalar, b-side’lar derken coşuyor.

The Super Deluxe Edition ise 5 diskten oluşuyor(!) Benim gibi azılı Soundgarden fanları tabii ki içeriğine bakmaksızın bunu tercih edecektir. Remastered albüm,provalar,b-side’lar,demolar,Blu-ray ses kalitesinde albüm derken şu anda bile ağzımın suları akıyor sayın okuyucu. Ayrıca kalın bir kitapçıkla birlikte satışa sunulacak olan bu versiyonda; David Fricke’in notları, grubun daha önce yayınlanmamış kareleri, herkesin pek sevmediği ama benim bayıldığım klasik Superunknown kartonetinin yenilenmiş hali var. Bir de 5 LP’lik bir setleri var ki… Aman aman diyorum. İçeriklerini yazarken kalp krizi geçirebilirim o yüzden sizi linke alalım:

http://soundgardenworld.com/superunknown20/

Asıl bomba ise 13 Mart’ta iTunes Festival’de tüm albümü canlı canlı çalacak olmaları! Elf gözlerim neler görüyor sevgili Soundgarden???

Yalnız araya da şunu sıkıştırmak isterim ki, ne olur biri şu adamları tutup şu topraklara getirsin canlı canlı izleyelim yahu!

Şimdi bu albüme neden bu kadar ilgi gösterdim, bir de nedenlerini anlatmak gerek…

Bazı albümler vardır. Tam da o en klişe tabirle hayatınıza damga vuran, sanki her şarkıyı birlikte yaşadığınız, aldığınız her nefeste hissettiğiniz…

Bu albümlerden biri de Superunknown. (“Biri” dememe bakmayın, hayatımın albümlerinden biridir, 1. Sırayı başka bir albümle paylaşır hatta.) Geç tanıştığım ama bağımlısı olduğum bir kutu gibi (güzel olan herşeyi geç yakalamış gibi hissetmek?) Kapağındaki “screaming elf”ten tutun, çoğu insanın çok sevmediği kitapçığına kadar zihnime kazınmış bir albüm. Zaten Soundgarden olgunlaşma çağıma büyük katkılar sağlayan, beni evrenden alıp başka bir evrene götürebilmeyi başarabilmiş yegane grup olduğundan kredileri de yüksektir.

Neyse, illa bir örnekleme yapmak gerekirse Down On The Upside’ından Ultramega OK’ine değin sevdiğim Soundgarden’ın; Badmotorfinger’ı bir tür Appetite For Destruction ise Superunknown da Use Your Illusion sayılabilir. (Bir obsesyondan diğer obsesyona benzetme yapmak)

Kendi döneminde çıkan grupların arasından tarzıyla ve canlı performanslarıyla sıyrılabilmiş olan Soundgarden’ın tam anlamıyla ana akıma da hitap etmeye başlamasıdır aynı zamanda Superunknown.

Black Hole Sun kamera arkası.
Ah yavrum paralama kendini…

Bunda tabii ki MTV’de günde 44785 kez döndürülen David Lynch etkili klibiyle Black Hole Sun’ın da etkisi büyüktür. İlk duyduğum an aşık olduğumu hatırlıyorum. Sonra farkında olmadan defalarca,defalarca ve defalarca kez dinlediğimi; bir daha da bırakamadığımı… Chris Cornell’in sadece 15 dakikada yazdığı ve gruptaki diğer isimlerin beğenmeyeceğini düşündüğü bu şarkı, 1994 yazının da en büyük hiti oldu. O klibi izleyip “Black hole sunWon’t you come. And wash away the rainBlack hole sunWon’t you comeWon’t you come diye eşlik etmemiş insan, bence çok şey kaçırıyordur hayatta…

Yine de tümüne baktığımızda bu albümün böylesine efsane olmasının tek sebebi Black Hole Sun olamaz, olmamalı herhalde…

Badmotorfinger dönemine dek beline kadar gelen saçlarını savuran, sonra aynı saçları 1993’te bir anda 3 numaraya vurduran, 1994’te ise normal bir uzunluğa gelmiş saçlarıyla; elinde gitarıyla Black Hole Sun diye çığıran Chris Cornell’in bu albümde söylediği çok şey var elbette.

Albümün açılışındaki Let Me Drown bile başlı başına “ben diğer Soundgarden albümlerinden farklıyım” diye bağırır. Bu coşkulu açılış My Wave ile sürer, klibiyle de canlı performanslarının enerjisi bir kez daha hissedilir.

Fell On Black Days ilk kırılma noktasıdır. Sözler ile müzik, ayrı ayrı ruhunuzu ikiye böler ve siz ne olduğunu anlamadan bir şekilde kendi hayatınızın özetine eşlik ediyorsunuzdur. Single kapağı da ayrı bir güzelliktedir. Zaten şarkı boyunca o ormanda kaybolur gidersiniz.

Mailman, Cornell’in yine harika vokaliyle parlar ama belki de 3.-4. dinleyişte değerini anlayacağınız parçalardandır. En azından bende öyle oldu. Şimdi eşlik etmeden duramıyorum. Bir de oldukça muzip bir anlamı vardır bu şarkının. Ama Soundgarden dinleyicisi tembel olamaz,olamamalı, gidip kendisi araştırmalı (hayır tembel olan ben değilim!)

Sözlerini Ben Shepherd’ın yazdığı Head Down ise resmen albümde parlayan yardımcı oyuncudur, Oscar’ı sessiz sedasız kucaklar. O öfkeli sözler ve o olduğunuz yerde sallandığınızı size farkettirmeden içinize işleyen müzikle albümün genel atmosferinden farklı bir yerde durduğu için, anında farkedeceğiniz bir parçadır.

Ama tüm bunlar hiçbir şeydir. Sonra zaten olan olur. Black Hole Sun başlar. İşte ben o anda o albümü yesem mi, her gece başucumda mı uyusam (her gece başucumda duran Louder Than Love albüm kapaklı bir yastığım var ama dipnot düşmek istedim), kafamı yarıp içine mi sıkıştırsam diye türlü türlü yollar düşündüm. Kapaktaki o Screaming Elf de bunu söylüyordu hiç kuşkusuz. Büyük ihtimalle şarkıyı dinlerken oluşan görüntünüz de ondan farklı olmayacaktır. Şarkının son 30 saniyesinde ağır ağır yüzbinlerce su zerreciğine ayrışarak dağıldığımı hissediyorum…

Ama sonra ne olduğunu bile anlamadan Spoonman geliyor. Kaşık solosunda göbek atmaya başlamayanı ise dövüyorlar.

Limo Wreck, “and the wreck of you, is the death of you all” bağırışlarıyla bile sizi kurtarabilir. İnanın.

The Day I Tried To Live, klibinde yanan varilden sigarasını tüttüren Chris Cornell karizmasıyla havalı bir yakarıştır. Bilen bünyeler için Show Me How To Live’den bir önceki durak. İşte, okulda, evde, portatif,kolay dinlenebilir; heryerde sizinle!

Sigarayı yakışına kurban!

Kickstand albümde oldukça sevdiğim parçalardan (ki sorsanız haklısınız, hangisini sevmiyorsun ki? diye) Albüm için çıkılan 1994’teki turnede gayet eğlenceli canlı performansları bulunup izlenilebilir. Bende nerede olursam olayım, tepinme olarak gösteriyor etkisini. Stand me up stand me up stand me up!

Fresh Tendrils, dev sarmaşıkların ince uzantıları gibi sarar sarmalar. Belki güzel bir uyku öncesi için güvenli yatağınız olur.

4th Of July için kocaman bir “sen nesin?” sorusu yönelttiğimi hatırlıyorum ilk dinlediğimde. Albüm içinde ilk 3’ümdedir. Dikkat edilmesi gerekir ki sanki dev bir tarlaya ganimet gömülmüş –ya da bulunması istenmeyen herhangi bir şey- ve sadece anlayanın bulması için bir de işaret kondurulmuş üzerine. Belki de albümün arkasında 4th of July şarkısının yanına bir haç işareti konmasının nedeni budur. Cornell’in üstüste kaydedilmiş, sanki 2 ayrı onu temsil eden, iki ayrı karakterdeki vokalinin üstüste kaydedilmesi; benim gibi sürekli iki farklı taraftan çekiştiriliyormuş şeklinde hissedenleri kendisine bağlamak için sanki. Finale doğru coşangillerden olan bu parçayı kulakları kanatana kadar dinlemek farz.

Half bir başka Ben Shepherd sevme nedeni. En azından benim suratıma kocaman bir gülümseme konduran bir şarkı. Herkesin belki de anlayamayacağı, belki de herkesin sevmeyeceği ve sırf bu yüzden daha da özel olan bir şarkı.

Ardından gelen şarkı ise bir tür bomba… Sırf Like Suicide için bile Kim Thayil hayranı olabilirim. Akustik versiyonu da ayrı güzeldir ama tabii ki en esaslı etki için albüm versiyonu bir numaradır. Chris Cornell’in söylediğine ya da uydurduğuna göre bir sabah kalktığında yan odada kan içinde çırpınnan yaralı bir kuş görür. Daha fazla acı çekmemesi için kafasını taşla ezerek öldürür. Ve işte bu sözler çıkar ortaya. She lived like a murder ,But she died, Just like suicide sözlerini, Cornell’in bu şarkıdaki inanılmaz vokalini, Matt Cameron’ın davulunu geçtim… Bu şarkı tam anlamıyla Superunknown sonrası Soundgarden’ını temsil etmekte bana göre. Badmotorfinger’daki herşeye öfkelenen çocuklar gitmiş; hissettiklerini artık çok şiddetli değil ama eskisinden de iğneliyici biçimde ifade eden, sakinliğini koruyan ama bir tür bipolar gibi anında değişip duvarları yıkan bir grup olmuşlar. İşte tüm bunları yansıtan bir albüm için en güzel özet  ancak bu şarkı olabilirdi.

She Likes Suprises ise kapanış için neden Soundgarden’ı sevdiğimizi tekrar hatırlamamız için yapılmış bir parça gibi. Oldukça muzip, tüm albüm boyunca süregelen fırtınayı dindirmiş ve coşkuyla kadehinden içkisini yudumlayan bir parça. Gerçek bir 90’lar kızını anlattığı da aşikar.

Bu süper albümü sevin,sevdirin,dinleyin,dinletin. Nica yollara,duygulara,enerji patlamalarına soundtrack olarak katkıda bulunacaktır…

Ayrıca bu kesinlikle sonradan yapacağım binlerce Soundgarden zımbırtısı incelememin ilkidir, kayıtlara geçsin isterim.

Zeen is a next generation WordPress theme. It’s powerful, beautifully designed and comes with everything you need to engage your visitors and increase conversions.

Top 3 Stories

Daha Fazla İçerik
JOSH HOMME VE SAINT LAURENT