Büyük bekleyişin, konser haberini alır almaz başladığı, biletlere ulaşır ulaşmaz ise heyecanın tavan yaptığı festivalin tabii ki de en önemli günü, yani ikinci günü olan 6 temmuz 2012 tarihine geldiğimizde herkes o günün özel bir gün olacağını zaten biliyordu ama ne derece özel olacağını kestiremiyordu.
AYRINTILI GUNS N’ ROSES İSTANBUL KONSERİ İNCELEMESİ İÇİN BURADAN!
Ulaşımın hemen her yerden oldukça kolay olduğu belki de İstanbul’un en güzel festival alanı Parkorman’a ulaştığımızda, geceden yatıya kalmış olduğunu düşündüğüm 50 kadar insan sırada bekliyordu. Biletlerde kapının açılış saati 11.00 olarak yazmasına rağmen yetkili kişilerin saat 12.00’de başlayacağını söylemesi, zaten geç çıkması beklenen Guns N’ Roses’ ın artık herhalde bir sonraki sabaha çıkacağı korkusunun üstüne tuz biber ekti.
Neyse ki herkesin (daha önce çıkacak grupların fanatiklerinin de hakkını yememek gerek) ortak bir amaç için bir araya gelerek yarattığı atmosfer ve kulak misafiri olduğumuz kimi muhabbetler keyifli bir bekleyiş süreci yarattı. Zaten çoğu kişinin Axl Rose’ un stiline saygı duruşu niteliğinde taktığı bandanalar ve kapıda satılan kovboy şapkaları güneş altında beklemenin bezdirici etkisini yok etti. Kapıda satılan kovboy şapkaları demişken, satılan kovboy şapkalarının şıklığı bir yana; tişörtler ve Guns N’ Roses yazılı şerit bantlar hoş tasarımlarıyla Gunner’ların cüzdanını daha içeriye girmeden boşaltmaya yetti da arttı bile.
Çantalarımız da arandıktan sonra (minik fotoğraf makinalarına izin vardı neyse ki), olabildiğince en önü kapmak adına, alana giden o güzel taşlık yolda hızla koşmaya başladık. Benim amacım demirlerin hemen önüne yaslanacak biçimde hoparlörlerin hemen önünde yerimi almak. Nitekim amacıma da ulaştım ve daha sonra da oraya geçtiğim için çok mutlu olacağım tam hoparlör önünde yerimi, ordaki en büyük Guns N’ Roses hayranlarından olan konser arkaşım annemle birlikte kaptık. Yarım saat daha sahnede gerekli çalışmaların bitmesini bekleyerek oturduktan sonra en sonunda sahneden ilk sesleri duymaya başladık.
6 Temmuz’ un ilk ismi Ayşe Saran ve ekibi, giydikleri; üzerinde birbirinden komik mesajlar barındıran tişörtlerle, yetenekleriyle, sahne performanslarıyla ve sevimlilikleriyle seyircinin kalbini fethetmeyi başardı. Ancak herkesin hemfikir olduğu konu, festivale ısındırma amaçlı ilk isim olmalarının haksızlık olduğuydu, zira performansları ve enerjileri günün ileriki saatlerini de götürebilecek kıvamdaydı ve kesinlikle daha büyük bir topluluğa çalmayı hak ediyorlardı. Yine de seyirci boş durmadı ve hayranlardan biri Ayşe Saran’a kırmızı boxer’ını gönderdi. Üzerinde Merry Christmas yazan boxer’ı gülerek giyen Ayşe Saran, bir süre de performansını böyle devam ettirdikten sonra boxer’ı gülerek başka bir seyirciye attı. Ayşe Saran sahneden indiğinde kendisine şimdiden kemik bir kitle edinmişti bile hiç kuşkusuz.
Ardından çıkan Sweet Savage ise, erkenden yollara dökülmüş onca seyirciyi, aradaki molada tekrar uyandıran ikinci ekip oldu. Sahnedeki enerjileri ve seyircinin de onlara aynı coşkuyla geri dönüş yapmaları konseri unutulmaz bir deneyime dönüştürdü. Güleryüzlerinden bir an olsun taviz vermeyen elemanları, bulunduğumuz noktanın önüne gelip hep gülerek çalan gitarist Phil Edgar ve attığım öpücüğe aynı şekilde öpücük atarak karşılık veren solist Ray Haller, başta benimki olmak üzere tüm seyircinin kalbini fethetti. Sahneden ayrılırken, bizi ve enerjimizi öven ve bunun şimdiye kadarki en iyi konserlerinden olduğunu dile getiren Ray Haller az da olsa bizi teselli ederek yerini Ugly Kid Joe’ya bıraktı.
15 yıl aradan sonra dönüş yapan ve kendine has bir kitlesi olan Ugly Kid Joe’nun solisti Whitfield Crane beyaz çorapları, kaprisi ve tavırlarıyla dikkat çekiciydi. Seyirci üzerinde zorlayıcı bir kontrol mekanizması kuran solistin, şarkılarına eşlik etmeme konusunda ısrar eden bana ve ve çevremdekilere olan mizacı can sıkıcı olsa da, seyircilerin arasına bir ara inip tüm alanı talan etmesi konserin tepe noktalarından biriydi.
Lacuna Coil’in sahne almasını beklerken, konser programının 1 saat geriden gelme sebebinin Godsmack solistinin rahatsızlığı nedeniyle iptal olan konser olduğunu öğrendik. Bu durum o anki kitleyi pek etkilememekle birlikte, ilerleyen saatle birlikte yemek alanları da yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başladı.
Soğuk sandviçler, hamburgerler, patates kızartmaları… O anda yenilmesi keyifli ne varsa hepsini gayet ucuz fiyata alanda bulmak mümkündü. Özellikle peynirli-domatesli-kokteyl zeytinli, gayet hijyenik paketlenmiş soğuk sandviçleri oldukça lezizdi. Alanda plastik veya cam, hiç bir şekilde şişe kullanımına izin olmadığından, daha sonra da hatıra olarak saklanabilecek, festival için üretilen büyük şeffaf bardaklarda içtik içeceklerimizi. Özellikle arkadaş grubu tarafından birden fazla bardakta içecek almakla görevlendirilmiş olanlara kolaylık sağlayan ve suyun dökülmesini önleyen karton bardak taşıma kitleri çok yaratıcıydı.
Alandaki bir diğer nokta olan Merchandise çadırı ise güzel bir fikir olmakla birlikte, ilgi çekici hiç bir şey barındırmıyordu. En azından Guns N’ Roses’ a özel ve nadir bulunan ürünlerin olmasını beklerken, artık hiç dinlemeyen insanların bile bildiği Tokyo 1992 dvdlerinin satılması hayalkırıklığıydı.
Tüm bu molalardan sonra Lacuna Coil de seyircisiye buluştuğunda, gruptan benim gibi haz etmeyenlerin şaşırdığı ortak nokta, tüm şarkılarını eksiksiz ezbere bilen bir kitlenin varlığıydı. Lacuna Coil ile ilgili tek dikkat çekici nokta solistlerden Cristina Scabbia’nın yaratıcı taytı olmakla birlikte, konser sırasında sıkıntımı geçiren tek an da bir diğer solist Andrea Ferro’ nun şarkı söylerken öndeki güvenliğin tepesine salyalarının damlaması oldu.
Monoton konserin ardından tansiyonu yükselten an ise gerek yetenekleri gerek yakışıklılıklarıyla sahnenin tozunu attıran Apocalyptica oldu. Sürekli önümüze gelip çeşitli sevimlilikler yapan Paavo Lötjönen kalbimizi kazanmakla birlikte, bulunduğum alanı asıl çıldırtan an, kuşkusuz grubun en hoş ismi Eicca Toppinen’in önümüze gelip uzun bir şov yapması oldu. Hep birlikte yaptığımız “lütfen aşağıya atla” çağrılarına kulak asmamakla birlikte, onlar da tekrar geleceklerini belirtip sahneye veda etti.
Her konser bitiminde sıradaki ismi beklemek için oturduğumuz alan daha da daralmaya başlıyordu artan kalabalıkla birlikte. Oturulan anlarda kah Tweet Wall’lar takip edildi, kah görülen isimlerin dedikodusu yapıldı.
Gelen kilenin bir kısmı kuşkusuz pişti olmaktan şikayetçiydi, zira Kızılay dağıtmışçasına beyaz üstüne klasik GN’R logosu barındıran tişörtler komik bir görüntü yaratmadı değil. Bugüne özel tişört bastıran ve benim de içinde bulunduğum güruh ise durumdan gayet memnundu doğrusunu söylemek gerekirse.
Konser aralarında çalan Mötley Crüe,AC/DC, Bon Jovi ve daha pek çok ismin rock tarihine damgasını vuran parçaları, molaların daha hızlı geçmesine yardımcı oldu. Hatta ara ara şarkıların tam nakarat kısmında susturulması ve seyirciyle birlikte eşlik etmemiz; sinerjinin tavan yaptığı anlardı.
Apocalyptica’nın ardından Şebnem Ferah’ın çıkacak olması izleyiciyi pek heyecanlandırmamakla birlikte, Ferah’ın sahneye çıkmasıyla birlikte ufak çaplı bir şok yaşadık. Zira aldığı kilolarla tanınmayacak hale gelmişti ve seyirciden gelen alaylı yorumlar bir ara soğukluk yaratmadı değil. Neyse ki anın büyüsüne kapılıp tekrardan coşmaya başladık, güzel bir sahne performansıyla konserlerini noktaladılar. Ekranlarda ” SIRADA:GUNS N’ ROSES” yazısı çıktığı an ise, oraya Guns N’ Roses için gelmediğini belirten seyirciler de dahil olmak üzere herkesin kalp atışlarını hızlandırdı. Beklemek üzere tekrar oturmak üzere için çömeldiğimzde artık oturacak yer adına 1 santimetrekare dahi kalmamıştı, tüm seyirci neredeyse kucak kucağa oturuyordu, beklenildiği üzere “eyvah Axl kesin 3 saat gecikmeyle çıkacak, kimbilir kaça kadar bekleyeceğiz” dedikoduları eşliğinde.
Şekilsiz bir sekilde demirlere yaslanarak oturmanın da verdiği acıyla, o güzel atmosferde otururken, sahne de bir yandan hızlı bir şekilde Guns N’ Roses için hızlı bir şekilde hazırlanıyordu. Ve birden hiç birimizin beklemediği bir anda ve saatte beklenilmedik bir şey oldu. Birden alanda gümbür gümbür Chinese Democrasy’ nin introsu yankılanmaya başladı. O şaşkınlıkla ayağa kalkmaya çalışırken düşenlerin arasında biz de ayağa kalktık ve henüz karanlık olan sahne arkasındaki ekranda Chinese Democrasy temalı videolar dönmeye başlayınca bir mucizenin meydana geldiğini anladık, Guns N’ Roses tam saatinde sahneye çıkıyordu!
Birden olanlar oldu ve Axl Rose ile grup arkadaşları muhteşem ışıklar altında, kendilerine has göz okşayan gösterişli sahnelerine giriş yaptılar. Chinese Democracy’ye can hıraş bir şekilde eşlik ettikten sonra bize nerede olduğumuzu hatırlatan şey, Welcome To The Jungle oldu. Aynı enerjiyle şarkılara eşlik ederken, yeni üyeleri sürekli eleştiren, bu konserden hiç bir umudu olmayan ve eski elemanları sürekli olarak arayan; içerisinde benim de bulunduğum kitle utanarak ve şaşkınlıkla şunu itiraf etmek zorunda kaldı: Eski grup elemanlarına kesinlikle ihtiyaçları yok ve Axl hala ilk günkü sesine sahip!
Grubun gitaristi DJ Ashba’nın Slash’i aratmayan yeteneği,sürekli olarak önümüze gelip gözlerimize bakarak çalması ve sevimli numaralarıyla kesinlikle gönüllerin 1 numarası oldu bile. O kadar çok sevilmiş olacak ki, seyirciden sahneye atılan külotların haddi hesabı yoktu. Ashba da onları, külotları gitara asarak onore etti.
Ama en bozulduğum nokta, sahne önünde katı ve sinirli tavırlarıyla biz seyircilerin tırsmasına neden olan güvenlik görevlisinin, Ashba’nın bana verdiği bayrağı geri almasıydı.
O güne özel olarak getidiğim ve sahneye attığım şapkayı gülümseyerek alan Axl Rose ise sürekli olarak değiştirdiği mükemmel kıyafetleri, yakından görmenin daha da heyecan verdiği ve yılların tek bir kırışıklık dahi katamadığı görüntüsü, enerjisi ve tüm hünerlerini sergilediği sesiyle bir kez daha kendisine hayran bıraktı. Bir an olsun sahneyi boş bırakmayan grupta, biri üzerini değiştirmek üzere kulise gittiği an bir diğer eleman yaptığı sahne şovuyla seyirciyi coşturdu. Bir anda tam önümüzdeyken aramıza atlayıveren DJ Ashba az kalsın bizim tarafımızdan parçalanacak olmasına rağmen, bir an olsun muzipliğinden ödün vermedi. Axl Rose ise şimdiye kadar tüm konserlerini izleyenleri dahi şaşırtan dev sesiyle, özellikle de Live And Let Die, Knockin’ On Heaven’s Door ve You Could Be Mine gibi sesini göstermesi gereken parçalarda tek kelimeyle İstanbul’u “inletti”.
MÜŞRA DEMİR