Uzun Süre Sonra Yeniden Heyecanlanmak: TURNSTILE – GLOW ON

Hiçbir şey hissetmemek çok kolay. Rutine sahip olmak yatıştırıcı. İş, ekranlar ve belirsiz günlük işler çalışma sürenizi yeterince dolduruyorsa, bu döngüler doğal ritimler gibi hissettirmeye başlar. Gününüzü Netflix’in önünde yeterince durarak bitiriyorsunuz. İçinde bu döngünün sağladığı bir tür güvenlik var ve bu güvenlik hissi ölümcül olabilir. Pandemiden bu yana geçen iki yıl boyunca, arınma fırsatları azaldıkça ve rutinler belirli bir toplumsal gereklilik ağırlığını üstlendikçe, çoğumuz derin bir depresyona girdiğimizi hissettik, dar ufuklarımızın ötesinde bir şeyler görmeyi arzuladık, istek duyduk; hayatımıza canlı bir kaos girmesine izin vermek için. Tüm bu hisleri yaşayan biri olarak; sanırım yeniden “yeni bir şeyler keşfedip içimdeki o ateşi hissettiğim an” Turnstile albümü Glow On‘u dinlediğimde gerçekleşti. Evet, tüm mucizelerin kaynağı o “yeni müzik keşfinizde saklı.”

Baltimore’lu grubumuz; fangirl olmamız için her şeye sahip. Taş gibi bir solist? Evet, hem de Anthony Kiedis gibi nadiren giyineninden. İyi şarkı sözleri? Evet, olası bir konserde elimizi böğrümüze koyup böğüreceğimiz şeklinden hem de. İyi bir sahne performansı? Evet, bkz aşağıdaki video.

Hepsi bu kadar mı? Hayır tabii ki. Turnstile’ın yeni gözdem olmasının en büyük nedenlerinden biri, Glow On’un kendi başına bir sanat eseri albüm olması.

Kısa ve taş gibi şarkılarla dolu bir albümdeki en kısa ve en karmaşık şarkı olan “TLC (Turnstile Love Connection)”da Brendan Yates ihtiyacı olanı haykırıyor: “Güvenmek istiyorum! Daha az yalnızlık! Biraz çekicilik! Sürekli acele! Aslında Turnstile; bir grup olarak hep bunu kastediyor.

Turnstile ütopik bir vizyonun ürünü.

Burada amacım TURNSTILE’ın kulağa tamamen farklı geldiğini ya da çığır açan bir grup olduğunu falan söylemek değil. Ama daha önce defalarca yediğiniz yemeği en iyi şekilde yapıp sunan muhteşem bir restoran keşfi gibiler. Ve evet, müzik eleştirisinin Gordon Ramsay’i olan ben; onlara siyah önlük veriyorum!

Maalesef ki solist her şeydir. Karizmatik bir solist sizi rezil de vezir de edebilir. Neyse ki Turnstile’ın en büyük avantajlarından biri gruptaki herkesin totalde yüksek bir sahne karizmasına ve kendisine has üretkenliğe sahip olması. Akılda kalıcı riffler ve etkileyici şarkı sözleri de işin en önemli kısmı.

Ama Yates’in sözleri genellikle bu grubun çekiciliğinin odak noktası değil – daha çok bu çekiciliği onun gergin vokalinden çatallı haykırışlarınaa kadar uzanan büyüleyici sunumu sağlıyor.

Mike Elizondo’nun prodüksiyonu ve TURNSTILE’ın vokalisti Brendan Yates’in ortak yapımı ile GLOW ON, grubun şimdiye kadarki en eksiksiz çalışması. 2018 yılında çıkan ikinci albümleri Time & Space’in tam gaz planını kullanıyorlar ve onu genişletiyorlar. TURNSTILE hala güçlü gitar riffleri ve güçlü davullar kullansa da, burada da birçok yeni doku ve fikir var. Albümdeki en büyük favorilerimden “DON’T PLAY”; reggaetón-esque bir bateri kalıbına sahip, öte yandan hafif bir egzotik his vermesi ona daha da aşık olmamı sağlıyor.

“UNDERWATER BOI”, Yates’in vokallerini ürkütücü, doğaüstü bir sese dönüştüyor ve hatta bağımsız sanatçı Julien Baker’ın sürpriz konuk vokallerini içeriyor; açılış parçası “MYSTERY”, TURNSTILE’ın alametifarikası saldırganlığına dönüşmeden önce, arpejli synthesizer’lar ile bizi bir savaşa hazırlıyor.

Albümün yıldızı mı? Tabii ki BLACKOUT! Özellikle canlı performanslarda yeri göğü inlettikleri bu parça, şimdiden ikonik konumda. (Kendilerine de ilk önce bu şarkıyla aşık olmuştum.)


GLOW ON, TURNRTILE’ın büyük tutkusunu sergiliyor ve bu tutkuyu kapsamlarını genişleten bir rekorla yerine getiriyor. 15 parça boyunca, yeni genişletilmiş sesleri asla bozulmuyor; güçlü yaklaşımlarını korurken taze efektler ve dokularla oynadıklarını görüyoruz.

Aynı zamanda, TURNSTILE, başlangıçta onları bu kadar ilgi çekici yapan şeyin ne olduğunu gözden kaçırmadan ilerliyor. GLOW ON sadece yılın en iyi hardcore albümlerinden biri değil; genel olarak son yılların en iyi albümlerinden biri.

Sonuç olarak, “Glow On”, hardcore müziğin ihtiyaç duyduğunu bile bilmediği bir heyecan ve öngörülemezlik faktörü sağlıyor. Dünyanın şu anki durumu herkesi sürekli bir endişe halinde tutuyor gibi göründüğünden, hepimizin dans edebileceğimiz, başımızı sallayabileceğimiz ve tabii ki katartik bir şekilde çığlık atabileceğimiz bir albüme ihtiyacımız var. Yates’in kendisi de bu düşünceyi “Blackout”ta “Ve eğer bu seni canlı hissettiriyorsa / Peki, o zaman sağladığım için mutluyum” diye feryat ettiğinde çok iyi aktarıyor. Ve çok eminim ki Turnstile bu zamanla daha devasa kitlelere aktaracak.

Zeen is a next generation WordPress theme. It’s powerful, beautifully designed and comes with everything you need to engage your visitors and increase conversions.

Top 3 Stories

Daha Fazla İçerik
Ekran Klasiklerine Devam: Sex & The City